Risale-i Nur Hizmet Mesleğinde, Vazife-i İlahiye'ye Karışmamak Esastır

Risale-i Nur Hizmet Mesleğinde

33 – VAZİFEYİ YAPIP, VAZİFE-İ İLÂHİYEYE KARIŞMAMAK BİR DÜSTUR VE ESASTIR

Bu düstur ve esas; hak ve hikmete tam muvafık mu­amele yapmak, ancak sonsuz hikmet-i İlâhiyenin tercihi ile oldu­ğunu anlamakla O’na teslim olmak ve tevekkül etmek sırrını ifade eder. Bunun için Bediüzzaman Hazretleri hizmette isti­kamet ehlini şöyle tavsif eder.

1- « وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلاَّ الْبَلاَغُ sırrına mazhar olup, hüsnü kabul ve hüsn-ü tesir ve teveccüh-ü nâsı kazanmak nok­talarının Cenâb-ı Hakkın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde da­hil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mü­kel­lef olmadığını bilmekle ihlâsa muvaffak olur. Yoksa ih­lâsı kaçırır.» (Lem’alar sh: 150)

2- «Tarik-i hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenâb-ı Hakka ait vazi­feyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşer­ler. Edebü’d-Din ve’d-Dünya risalesinde vardır ki:

Bir zaman şeytan, Hazret-i İsâ Aleyhisselâma iti­raz edip demiş ki: “Madem ecel ve herşey kader-i İlâhî iledir sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl ölecek­sin.”

Hazret-i İsâ Aleyhisselâm demiş ki: اِنَّ لِلَّهَ اَنْ يَخْتَبِرَ عَبْدَهُ وَ لَيْسَ لِلْعَبْدِ اَنْ يَخْتَبِرَ رَبَّهُ Yani, “Cenâb‑ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: ‘Sen böyle yapsan sana böyle ya­pa­rım. Göreyim seni, ya­pabilir misin?’ diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenâb-ı Hakkı tecrübe etsin ve desin: ‘Ben böyle işlesem Sen böyle işler misin?’ diye tecrübevâri bir surette Cenâb-ı Hakkın rubu­biyetine karşı imtihan tarzı, sû-i edeptir, ubudiyete mü­nâ­fi­dir.”

Madem hakikat budur insan kendi vazifesini yapıp Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmamalı.

Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanların­dan ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı ve et­bâı ona demişler:

“Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.”

O demiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda ha­re­ket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakkın vazifesine ka­rışmam. Muzaffer et­mek veya mağlûp etmek Onun va­zifesidir.”

İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.

Evet, insanın elindeki cüz-ü ihtiyarî ile işle­dikleri ef’al­lerinde, Cenâb-ı Hakka ait netâici düşünmemek ge­rektir. Meselâ, kardeşlerimizden bir kısım zatlar, halkların Risale-i Nur’a iltihakları şevk­lerini ziyadeleştiriyor, gay­rete getiriyor. Dinlemedikleri vakit, zayıfların kuvve-i mâ­neviyeleri kı­rılıyor, şevkleri bir derece sönü­yor.

Halbuki, üstad-ı mutlak, muktedâ-yı küll, rehber‑i ekmel olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلاَّ الْبَلاَغُ olan ferman-ı İlâhîyi kendine reh­ber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve din­leme­me­siyle daha ziyade sa’y ve gayret ve cid­diyetle tebliğ et­miş.

Çünkü اِنَّكَ لاَ تَهْدِى مَنْ اَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِى مَنْ يَشَاءُ sırrıyla anla­mış ki, insan­lara dinlettirmek ve hidayet ver­mek, Cenâb-ı Hakkın va­zifesidir Cenâb-ı Hakkın vazifesine karış­mazdı.

Öyleyse, işte ey kardeşlerim! Siz de, size ait olma­yan vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve Hâlıkınıza karşı tec­rübe vaziyetini almayı­nız.» (Lem’alar sh: 130)

3- «İhlâsı kazandıran, harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı İlâhî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlâhiyeye karışmamalı.» (Lem’alar sh: 130)

4- «Cenâb-ı Hakkın rızası ihlâs ile kazanılır kes­ret-i etbâ’ ile ve fazla muvaffakiyetle değildir. Çünkü onlar, vazife-i İlâhiyeye ait olduğu için, iste­nilmez,(Lem’alar sh: 152) belki bazan verilir.»

5- «Hüner, kesret-i etbâ’ ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlâhîyi kazanmakladır. Sen neci oluyor­sun ki, böyle hırsla “Herkes beni dinlesin?” diye, vazi­feni unutup va­zife-i İlâhiyeye karışıyor­sun? Kabul et­tirmek, senin etra­fına halkı toplamak Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazi­fe­sine karışma.» (Lem’alar sh: 152)

6- «Vazifemiz olan hizmet-i imaniyeyi ihlâsla yap­maya ça­lışmalı, vazife-i İlâhiye ve ha­yırlı neticeleri vermek cihetine karışmamalı­yız.» (Şualar sh: 482) olan muvaffaki­yet

7- «Bu sırada, böyle evhamlı ve telâşlı bir za­manda, bizim için en selâmetli yer hapistir. İnşaallah Nurlar hem kendimizin, hem kendilerinin serbestiye­tini kazandıracak­lar. Madem emsalsiz bir tarzda, çok ağır şerait altında, pekçok muarızlar karşısında bu de­rece Nurlar kendilerini okutturuyorlar, talebelerini hapiste çeşit çeşit suretlerde çalıştırıyor, perişaniyetle­rine inâ­yet-i İlâhiye ile meydan vermiyorlar biz bu de­receye ka­naat edip şekvâ yerinde şük­retmekle mükelle­fiz. Benim bütün şiddetli sıkıntılara karşı ta­hammü­lüm bu kanaat­ten geliyor. Vazife-i İlâhiyeye karış­mam.» (Şualar sh: 518)

8- «Biz Risale-i Nur şakirdleri ise, vazifemiz hiz­mettir va­zife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmeti­mizi onun vazi­fesine bina etmekle bir nevi tecrübe yap­mamak olmakla beraber, kemi­yete değil, keyfiyete bakmak..» (Kastamonu Lâhikası sh: 107)

9- «Risale-i Nur şakirdleri, hizmet-i Nuriyeyi ve­lâ­yet maka­mına tercih eder keşif ve kerâmâtı aramaz ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz ve va­zife-i İlâhiye olan muvaf­fakiyet ve halka ka­bul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettir­mek ve müstahak oldukları şan ve şeref ve ezvak ve inâyetlere mazhar etmek gibi, kendi vazifelerinin hari­cinde bulu­nan şeylere karışmaz ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen, muhli­sen çalışır­lar, “Vazifemiz hizmettir, o yeter” derler.» (Kastamonu Lâhikası sh: 263)

10- «Vazifemiz, ihlâs ile ve sebat ve tesanüdle ve mümkün olduğu kadar ihtiyatla, “sırren tenevve­ret” irşad-ı Alevîyi fiilen tasdik etmek, ona göre hareket et­mektir. Yoksa, muarızlara mu­kabele etmek ve on­la­rın hücumun­dan telâş etmek değil. Muvaffakiyet ve fütuhat-ı Nuriye ve revaç ile intişarı ise, va­zife-i İlâhiyedir., vazife-i İlâhiyeye karış­mamak gerektir.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 212) Vazifemizi yapıp

11- «Her vakit ihtiyat, ihlâs, tesanüd, sebat, sarsıl­ma­mak ve vazifemizi yapmak ve vazife-i İlâhiyeye ka­rışmamak “sırran tenevveret” düsturuna göre hareket etmek ve telâş ve me­yus olmamak lâ­zım ve elzemdir.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 14)

12- «Vazifemiz ihlâs ile iman ve Kur’ân’a hizmet et­mektir. Amma bizi muvaffak etmek ve halka ka­bul et­tirmek ve muarız­ları kaçırmak ise, o vazife-i İlâhiyedir. Biz buna karışmayacağız. Mağlûp da ol­sak, kuvve-i mâ­neviyeye ve hizmetimize nok­sanlık vermeyecek. O noktada kanaat etmek lâ­zımdır.

Meselâ, bir zaman İslâmın büyük bir kahramanı Celâleddin Harzemşah’a demişler: “Cengiz’e karşı mu­zaf­fer olacaksın.”

O demiş: “Vazifemiz cihad etmektir. Bizi galip et­mek vazife-i İlâhiyedir. Ona karışmam.”

Sizin şimdiye kadar sarsılmadan hâlis hizmeti­nizin delâle­tiyle, siz de bu kahramana iktida etmişsiniz. Binden bir iki adam sizden kabul etse, yine sar­sılmamak gerek­tir. Bazan bir iki adam, bine mu­kabil geliyor.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 55)

13- «Bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışma­mak ha­ki­kati için, bana karşı yapılan muamelelere sa­bırla, rıza ile mukabele ettim…

Cihad-ı mânevi­yenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışma­maktır ki, “Bizim vazi­femiz hizmettir netice Cenab-ı Hakka âit­tir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mü­kellefiz.”

Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, “Benim va­zi­fem hiz­met-i imaniyedir muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakkın vazifesidir” de­yip ihlâs ile hareket et­meyi Kur’ân’dan ders almı­şım.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 241)

14- «Nurcular, müşterileri ve kendilerine taraftar­ları aramaya kendilerini mecbur bil­mi­yorlar. “Vazifemiz hizmettir, müşterileri aramayız. Onlar gelsinler bizi arasın­lar, bulsunlar” diyorlar. Kemiyete ehemmiyet vermiyor­lar. Hakikî ih­lâsı taşıyan bir adamı, yüz adama tercih edi­yorlar.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 170)

15- «Risale-i Nur’un mesleği ise, vazifesini yapar, Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmaz. Vazifesi tebliğ­dir kabul ettir­mek, Cenab-ı Hakkın vazifesi­dir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 259)

Bu nakillerden açıkça ve kat’iyetle anlaşıldı ki, emir ve tav­siye edilenleri, emr edildiği için ve emre­dildiği gibi ve bir ibadet anlayışıyla yapmaya çalışarak neticeleri Allahın hik­metine bıra­kıp düşünmemek ve is­tememek bir esas ve düs­turdur.

Kontrol et

HAKİKİ ŞAKİRD / TALEBE VASIFLARI

Risaletü’n-Nur’un hakikî ve sadık şakirdleri mabeynindeki düstur-u esasî olan iştirak-i a’mal-i uhreviye kanunuyla ve samimî …