İkaz ve İrşad
BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ VE TEŞKİLAT-I MAHSUSA
Bediüzzaman Hazretlerini “Teşkilat-ı Mahsusa”da Göstermek Hatasına Bir İkaz !
C. Kutay Bediüzzamanın hayat ve hizmetleriyle ilgili 1980 yılında yazdığı en son eseri olan “Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı” sh: 281’de
“Ben Said-i Nursi’yi Teşkilat-ı Mahsusa dosyalarında gördüm”
şeklinde özellikle kaydetmektedir. Eğer filhakika Teşkilat-ı Mahsusa’nın dosyaları denen şeyler varsa ve yanında mevcut ise; Bediüzzaman’ı o dosyalar içinde görmüşse, o zaman herhalde Teşkilat-ı Mahsusa çok gizli ve hususi olmakla beraber,resmî ve askerî bir teşekkül olduğundan, o dosyalarda kararlar, imzalar, raporlar, basılmış resmî evrak proğramlar vesaire şeylerin mevcut olması lâzımdır. Acaba Kutay Bediüzzaman’ı o dosyalarda ne şekil ve sûrette görmüştür? Görmüşse neden onunla ilgili bir imza, bir kayıt örneği, bir rapor klişesiyle gösterilememiştir. Hatta oğlum diye hitap ettiği N. Şahiner‘in bize bizzat i’tirafına göre; C. Kutay‘ın; o dosyaların nezdinde mevcudiyetinden defalarca bahsetmesine ve kendisine münasib bir gün göstereceğine vaadlerde bulunmasına rağmen; Şahiner’in de ısrarlı bir şekilde peşine düşerek istediği halde gösterilememiş ve verilememiştir.
Şayet bu zat bazılarına şifahen anlattığına nazaran: “Bunlar gizli şeylerdir, herkese gösterilemez” fikrinden dolayı umuma gösteremiyorsa, biz de o zaman deriz ki: Bu işte gizlilik ve mahremiyet mevzu-ı bahis ise, neden gizli olan o teşkilatın içindeki adamların isimlerinden, yaptıkları işlerden ve aldıkları kararlardan gayet alenî bir şekilde, hem de mükerrer olarak bahsedip yazmasında ve dosyaların -onun ifadesiyle- onun kendi vicdanına ve kalemine tevdi edildiğini, yani kendisinde mevcut bulunduğunu âleme yaymasında hiç bir beis görmüyor da; dediklerinin ve yazdıklarının tasdikçi belgeleri olacak olan o muhayyel dosyaların bazı köşelerini göstermekte ne gibi bir beis olacaktı acaba?..
Bilmiyorum, fakat bence bu ifadeler öylesine tezatlarla doludur ki; birçoklarını alık alık dinleterek bakmaya sevk etmiş olsa dahi, gelecek için, tarih için terslik teşkil edecek olan bu ifadeler, hiç de ma’kul ve mülayim ölçüler içerisinde karşılanacak şeyler olmıyacaktır.
BALKAN HARBİNE BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ KATILDI MI?
Bediüzzaman Hazretleri’nin 18 Ağustos 1951’de, zamanın Milli Eğitim Bakanı merhum Tevfik İleri’ye ve Bakanlar Kurulu’na yolladığı mektubunda; hayatının şimdi mevzu’ ettiğimiz döneminin safhalarını tek-tek kaydetmektedir. Eğer bu zatın iddiaları gibi Bediüzzaman Hazretleri o pek büyük vatanî hizmette bulunmuş ve ifasına muvaffak olmuş olsaydı, herhalde tereddütsüz onları da yazardı. Sair lahika mektuplarında da işaretli de olsa mutlaka kaydederdi. Lâkin hiç bir îma da dahi bulunmamıştır. Sair müdafaat ve risalelerinde de buna dair hiç bir işaret ve ima yoktur. Mezkûr mektupta, kendisinin Sultan Reşat’la beraber Rumeli’ye seyahat ettiğini, Kosova’ya gittiklerini, orada te’sisine teşebbüs edilen darülfünuna yirmi bin altın liranın tahsis edilmiş olduğunu duyması üzerine, Doğu vilayetlerinin böyle bir üniversiteye daha çok muhtaç bulunduğunu İttihadçılara ve Sultan Reşad’a orada arz ettiğini, onlar da kendisine Şark Üniversitesi için vaadlerde bulunduklarını, sonra Balkan Harbi’nin çıkmasıyla Kosova Vilâyeti’nin istilâya uğraması üzerine, oraya tahsis edilmiş olan paranın behemehal Van‘daki darülfûnuna tahsis edilmesini teklif ettiğini, onun bu teklifi ma’kul karşılanarak o paranın oraya (Van’a) tahsisi kararlaştırıldığını ve bu paranın ilk bölümü olan bin altının kendisine teslim edilmek üzere Van valiliğine tevdi’ edildiğini, bunun üzerine İstanbul’dan Van’a döndüğünü ve Van’ın bir köyü olan göl kenarındaki Artemit‘te Medreset-üz Zehra‘sının temelini attığını, fakat Birinci Cihan Harbi çıktığı için ikmaline imkân kalmayıp öyle kaldığını ve harbe iştirak ettiğini gayet açık ve sarih bir ifade ile yazmaktadır.
Bu mevzuda Bediüzzaman‘ın kardeşi Molla Abdülmecid Efendi de hatıra defteri sh: 10’da aynı şeyleri yazmaktadır. Keza, yeğeni Merhum Abdurrahman’ın yazdığı Tarihçe-i Hayat kitabında, Bediüzzaman‘ın Şam’dan İstanbul’a gitmesi ve yine İstanbul‘dan Van’a avdeti hususunda, İstanbul’da fazla kalmayıp Van’a geldiğini, Van’a geldikten sonra, bir taraftan Medreset-üz Zehra’sının temelini atma işiyle meşgul olmakla beraber, millî bir medreseyi de yeniden açarak tedrisatına devam etmekle meşgul olduğunu yazar.[1]
Bu hale göre, Bediüzzaman Hazretleri Doğu vilâyetlerinden getirdiği veya getirilen milis kuvvetlerinin başına kumandan olarak geçsin, büyük başarılar kazansın, lâkin bu büyük hadiseyi, bu muazzam vak’ayı hiç kimse duymasın. Gizli ve meçhul kalsın, yalnız Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Bey bunu görsün, bilsin ve hiç kimseye anlatmasın, söylemesin.. dursun, beklesin, yalnız bir tek C. Kutay‘a anlatsın!… Bilmiyorum ma’kul ve mantıkî karşılanacak bir şey midir bu?..
Bediüzzaman‘ın eserlerini okuyanların malûmudur ki: Onun başından geçen vak’a ve hadiseleri veya muvaffak olduğu hizmet ve hareketleri çeşitli vesilelerle -özellikle büyük ve önemlilerini, hususan memleket ve milleti alâkadar eden kısımlarını- yazmış ve kaydetmiştir. Bunların risalelerde, mektuplarda yüzlerce nümunesi vardır. Lâkin sözü edilen bu Balkan Harbi’ne iştirâkine ve Teşkilat-ı Mahsusa’daki faaliyetlerine dair hiç bir imada, bir işarette bulunmamıştır. Gerçi Üstâd’ın: “Hayatımda görülen harikaların çoğunu gizlediğim…”[2] şeklinde ifadesi de vardır. Fakat dikkat edilirse, sakladığı bu harikalar kısmı sadece onun şahsiyle ilgili olan hususi şeylerdir. Meselâ esaretten firar ederken, ta İstanbul’a kadar gelmesinde görülen kolaylıklar ve benzeri şeyler gibi… Lâkin dinî, millî ve vatanî hizmetlerini her münasebet geldikçe, ders-i ibret için anlatmış ve kaydetmiştir. Hatta onun tarihçelerini yazanların kaydettikleri hadiselerin yüzde doksan dokuzunu kendisi de risalelerinde veya şifahî sohbetlerinde yazmış ve anlatmıştır.
Bilindiği gibi, tarihçi C. Kutay‘ın “Tarih Sohbetleri, Aydınlar Konuşuyor ve Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı” kitaplarında Üstâd’a ait şeyleri anlatırken; tarihiyle, vasikasıyla, belgesiyle bir intizam tahtında sergilemesi lâzım iken, yazdıkları bölük pörçük, sırasız ve müteferrik şekildedir. Hiç bir tarihi delil de göstermemiştir.
Mesela bir yerde Teşkilat-ı Mahsusa’nın Meşrûtiyet’in ilânından önce kurulduğu ve bir ihtilal unsurunu teşkil ettiğini yazar. (Bak: Türkiye’de Nurculuk Davası, -Naklen- s: 679)
Başka bir yerde, Bediüzzaman’ın, Hürriyet’in i’lânından sonra bu teşkilata dahil olduğunu, aynı zamanda İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’nin a’zası olarak da Volkan Gazetesindeki yazılarıyla iki zıt kutup görünümündeki durumunun izahını yapmak ister. (Bak: Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı, s: 191)
BEDİÜZZAMAN HZ.’NİN TEŞKİLAT-I MAHSUSA İLE ALAKASI YOKTUR
Başka bir bölümde, Sultan Reşad’ın tahta geçmesiyle, Enver Paşa’nın riyaseti altında yeniden bu teşkilâtın kurulduğunu ve Bediüzzaman’ın fa’al ve aktif bir üye olarak buna katıldığını kaydeder ve hakeza…[3] (Bak: Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı s: 238)
Biz bir an için, bu zatın anlattığı paralelde Bediüzzaman’ın İkinci Meşrûtiyet’in i’lânını müteakip İttihad ve Terakki erkâniyle tanıştıktan sonra, o teşkilata dahil olduğunu kabul edelim. Ancak buna karşılık Üstâd Bediüzzaman‘ın aynı dönemde yazdığı ve söylediği sözleri ise, bunu ve benzeri şeyleri reddetmekte ve buna zıd olduğu görülmektedir. Şöyle diyor:
“Herkesin şevkini kıran ve neşesini kaçıran ve ağraz ve hiss-i taraftarlığı uyandıran ve sebeb-i tefrika olan Cem’iyyat-ı avamiyenin teşkiline sebebiyet veren meşrûtiyet-ül isim ve müstebid-ül ma’na İttihad ve Terakki ismini de lekedar eden buradaki şube-i hafiyeye muhalefet ettim.”[4]
Bediüzzaman’ın bu ifadesi, bence gayet sarih olarak, İttihad ve Terakki’nin kurduğu gerek “gizli şube”[5] gerekse “Teşkilat-ı Mahsusa”nın mahiyet ve karakterini gösterdiği gibi, ona muhalefet edip zıddına hareket ettiğini, değil o gibi teşkilatlara dahil olmak, dost olmak; tam tersine onun faaliyetlerini ifsad kabul ederek, kendi bildiği yolda devam ettiğini göstermektedir.
EŞREF SENCER KUŞCUBAŞI KARANLIK BİR KİŞİ Mİ?
Ama asıl “Teşkilat-ı mahsusa”, 1913’te kuruldu diyenler varsa da, bu teşkilat hakkında derinlemesine araştırma yapan Amerikalı Dr. Philip H. Stodoard “Teşkilat-ı mahsusa” adlı eseri ile; onun yanında hadiseleri bizzat yaşamış ve bir çok kitaplar bırakmış, uzun seneler “Serbestî” gazetesini çıkarmış Mevlânzade Rifat’ın “İttihad ve Terakki ve Türkiye İnkılabının İç Yüzü” kitabında ise, Teşkilat-ı mahsusanın 1915 Nisanı’nda kurulduğunda ittifak ediyorlar. Dr. Philip kitabında, Eşref Sencer Kuşçubaşı Teşkilat-ı Mahsusa’nın umumi reisi değil, sadece Arabistan sorumlusu olarak vazifelendirildiğini söyler. Aynı kitap, Eşref Sencer Kuşçubaşı’nın hayatının hep isyan, serkeşlik içinde geçtiğini, Sultan 2. Abdulhamid onu birkaç kez sürgünlere yolladığını, fakat o, daima padişaha karşı isyan hareketlerini kışkırttığını, hatta 1904’lerde Medine‘de bir çete teşkil ettirerek, iki defa Kâbe örtüsü alayına hücum ederek örtüyü çaldığını ve saireyi kaydetmektedir. Teşkilat-i mahsusa için mezkûr kitabın 134-140 inci sahifelerine bakılabilir.
Mevlânzade Rifat ise, yukarıda adı geçen kitabında belgelerle; Teşkilat-ı Mahsusa’nın 2 Nisan 1915’te Van şehri Ermeniler tarafından işgal edildikten sonra, Talat Paşa’nın emir ve direktifleriyle, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin en elebaşıları, İstanbul merkez binasında gizlice toplanarak, Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurduklarını yazar. Bu teşkilatın gayesi ise; azgın katillerden, eşkiyalardan mürekkep bir ordu-ama çok gizli ve gayr-i resmi-teşkil ettirilip tüm Ermenileri-çoluk-çocuk demeden-bir tek fert bırakmamak şartıyla imha edilmesinede kullanacaklar idi.. ve bu teşkilat, Dr. Nazım, Dr. Bahattin Şâkir ve Hasan Ali üçlüsü komutasında kuruldu ve hedeflenen gayede kısmen tahakkuk ettirildi. Hatta bu teşkilatın eliyle Ermeninin işini bitirdikten sonra, sırasıyla Kürdlere ve sairelerede yapılacak işler aynı planda vardı. (Bkz. Mevlânzade Rıfat’ın mezkûr kitabı sh. 129-138)
Şimdi düşünüyoruzda da, Kutay, acaba ne gayeye binaen Bediüzzaman gibi bir imân ve hidayet dahîsini, mezkûr mahiyetteki karanlık, zülümkâr ve rezil bir teşkilatla bağlantılı gösteriyor?. Ve bir nevi karanlık; ve kanunsuz işlerle alakası fazlaca olan Eşref Sencer Kuşçubaşı ile arkadaş ettiriyor.!?
Evet. Mevlânzade Rıfat’ın kitabında; Teşkilat-ı Mahsusa’nın reislerinin bir kısmının azgın dinsiz ve başka milletlere hakk-ı hayat tanımayan kapkatı ve kopkoyu birer turancı ırkçı olduklarını belgelerle ispat ediliyor… O halde Bediüzzaman‘ın burada işi ne?..
Not : Bu kitapta; Teşkilat-ı Mahsusa’nın icraâtıyla ilgili dehşetli kararlara Enver Paşa’nın iştirak etmediğini kayıtlıdır.
KUTAY İSLAM ALİMLERİNİ DE BULAŞTIRIYOR
Gelelim, Sultan Reşad’ın tahta geçmesiyle, Enver Paşa’nın nezaretinde yeniden ıslâh ettirilerek kurulduğu söylenen Teşkilât-ı Mahsusa’ya, Bediüzzaman dahi ona girdi diye olan hususa: Bu teşkilatın elemanları hakkında C. Kutay‘ın yine Eşref Sencer Kuşçubaşı’ndan naklederek bilgi verirken, İstiklal şairi Mehmet Akif Bey ve Muhammed Hamdi Yazır gibi zâtların isimlerini de vermektedir. Bu zattan başka hiç bir kimse, buna dair bir rivayeti ne yazı ile, ne de şifahen kaydettiğine dair bir belge mevcut değildir. O helde geçersizdir.
C.Kutay Bediüzzaman’
Bediüzzaman Hazretlerinin hayatını alâkadar eden yazılara, menkıbelere, kitaplara dikkat etmeye kendimizi mecbur biliyoruz. Bundan dolayı, tarihçiliğinde büyük iknaiyyat üslubuna mâlik ve kendisini efkârı-ı ammede kabul ettirmiş gibi görünen bu zat (C. Kutay) gibi bir kalem sahibinin yazdıklarını bizim tahlil ve tenkid etmemiz elbette bu mecburiyetin sevk etmesinden başka bir şey değildir.
Abdülkadir Badıllı
Bediüzzaman Said Nursi
Mufassal Tarihçe-i Hayatı
kitabından alınmıştır.
28/03/2003
[1] Bkz, Bediüzzaman Târihçe-i Hayatı Abdurrahman, s: 35.
[2] Emirdağ-1, sh: 56.
[3] Teşkilât-ı Mahsusa ile ilgili yeterli bilgilere sahip değiliz. Resmî kaynaklar henüz yayınlanmamıştır. Mevcut kaynakladan yapılan iyi bir derleme için bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İstanbul 1989, c. III, s. 275 – 292. -A. N. Galîtekin-
[4] Âsâr-ı Bediiye, s: 313.
[5] Şu’be-i hafiye: İttihad ve Tarakki Cemiyeti içinde kurulan gizli bir teşkilatdır. Bu şubeye, “Rical-i gayb” “Cemiyet-i hafiye” ve “Şube-i hafiye” denilirdi.
Bunlar karanlık odalarda, farmason localarında kurulan bir “gizli devlet ve saltanat” ile esatirî bornozlara börünmek istiyen “Rical-i gayb” ile meclis-i mebusân ve devair-i devlete müstevli olan bir cemiyet idiki, artık hukuk-u umumiye hakkında reva görmedik hareketler, istihfaflar bırakmadı. Hürriyet-i efkâr, hür-endiş mütalaât ve harekât üzerine Nemrudâne savletler gösterdi… – Rıza Nur, Cemiyet-i hafiye, 1330 İstanbul, sah: 6.
Araştırmacı – yazar kardeşim Ahmet Nezih Galîtekin ise derki: “Şu’be-yi hafiye, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin kendisidir. Hep gizli kaldılar, gizlice işler yürüttüler. Bu cemiyetin yöneticilerinin büyük kısmı farmason takımı, dinden uzak, batıcı idi. Bu gizli cemiyet, mebuslar, hükûmet ve diğer zevatın üzerinde çok etkili idi. Bu gizli teşkilatı idare eden Talat, Dr. Nazım, Cavit, Karasso, Manyasizade Refik, Midhat Şükrü, Kazım Nâmî, İsmail Canpolat, Miralay Galip, Nakî, Faik, Süleyman vesair şahıslardan ibaretti.