Vakıflığın Ehemmiyeti


VAKIFLIĞIN EHEMMMİYETİ

اَكْرِمُوا اَلْعُلَمَاءَ وَوَقِّرُوهُمْ وَاَحِبُّوا الْمَسَاكِينَ وَجَالِسُوهُمْ وَارْحَمُوا اْلاَغْنِيَاءَ وَعَفُّوا عَنْ اَمْوَالِهِمْ

«Ulemaya ikram ediniz ve onlara hürmet göste­riniz. Mesakini seviniz ve on­larla beraber oturunuz. Zenginlere merhamet ediniz. Onların mallarında da gözünüz olmasın.[1]

Mesakin kelimesi Kur’an ve hadis lisanında galib mana ile Ashab-ı Suffa ve o tarzda yaşıyanlara bakar.

Din ve hak uğrunda hasr-ı hayat ile, dünyevî iaşesi için çalışmaya zaman bulamayan o fedakârları Resulullah (A.S.M.) ve Kur’an sena etmiştir. İzzet ve fedakârlık sıfatla­rına sahib oldukları ve geçmiş Peygamberler zamanında da Kur’an onlar­dan bahisle, ehl-i hamiyeti onlara yardıma davet etmesi ile anlaşılır ki, geçmiş pey­gamberlerden bu yana kıyamete kadar hak ve hakikatın fedakâr hizmetkârları bulunur ve bulunmalıdır. Kâinat vüs’atinde hakaikın mümessili olan Habibullah (A.S.M.) mesakin hakkında hakikat-ı hali gereği gibi tarif ve tesbit etmiştir. Şöyle ki:

لَيْسَ الْمِيسْكِينُ بِهَذَا الطَّوَّافِ الَّذِ يَطُوفُ عَلَى النَّاسِ فَتُرَدُّهُ اللُّقْمَةُ وَاللُّقْمَتَانِ وَالتَّمْرَةُ وَالتَّمْرَ تَانِ قَالُوافَمَنِ الْمِسْكِينُ؟ قَالَ الَّذِى يَجِدُ غِنِّى يُغْنِيهِ وَلاَيُفْتَنُّ لَهُ فَيُتَصَدَّقُ عَلَيْهِ وَلاَ يَسْاَلُ النَّاسَ شَيْئًا

“Resulullah (A.S.M.): “Miskin şu kapı kapı dolaşmayı san’at edi­nen, sa­daka için halkı dolaşıp, halkın da kendisine bir iki lokma, bir iki hurma verdiği di­lenci makulesi değildir.” buyurdu. Sahabeler:

-Öyle ise miskin kimdir? Ya Resullallah! dediler.

-Miskin, kendini geçindirecek gınaya malik olamıyan ve kendisine veril­mesi için (halk tarafından) zarureti bilinmeyen, kendisi de kalkıp halktan birşey istemeyen (afif, nezih) kimsedir.” buyurdu.” [2]


Diğer bir hadis de şöyledir:

لَيْسَ الْمِسْكِينُ بَالَّذِى تُرَدُّهُ التَّمْرَةُ وَالتَّمْرَتَانِ وَالاَ اَللُّقْمَةُ وَاللُّقْمَتَانِ اِنَّمَاالْمِسْكِينُ الْمُتَعَفِّفُ اِقْرَؤُا اِنْ شِئْتُمْ لاَ يَسْئَلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًا

“Resulullah (A.S.M.) buyurdu ki: “Miskin, kendisini bir iki hurmanın, bir iki lokmanın geri çevirmekte olduğu (dilenci) kimse değildir. Miskin, ancak zaruretler içinde iffetli kalmaya çalışan nezih kimsedir. İsterseniz şu âyeti okuyunuz:

لِلْفُقَرَاءِ الَّذِينَ اُحْصِرُوا فِى سَبِيلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِى الْاَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَاءَ مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُمْ بِسِيمَٰهُمْ لَا يَسْپَلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًا وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِهِ عَلِيمٌ

(Bu 2:273 âyeti olup meali şöyledir:)

“(Sadakalar) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş fakirler içindir ki, onlar yeryü­zünde dolaşmaya muktedir olmazlar. (Hallerini) bilmeyen iffet ve istiğ­nalarından dolayı onları zengin kimseler sanır. Sen o gibileri simalarından tanırsın. Onlar, in­sanlardan yüzsüzlük edip de (birşey) istemezler. Siz (hak yolunda) ne mal harcarsa­nız şüphesiz Allah onu hakkıyla bilicidir.”

Kur’anda “Allah yo­lunda kendilerini vakfettikleri” bildirilen “fakirler” ve hadislerde faziletleri bildirilen “mesakin” elbette ki belli bir yer ve zamana münhasır değildir. Ge­rek âyetlerin, ge­rek hadislerin küllî manaları itibariyle hem Asr-ı Saadet’e hem gelecek bütün asırlara şümulü vardır. Asr-ı Saadet ise bütün gelecek asırlara ekmel ve küllî bir örnektir. Her devirde Allah’ın inayetiyle O’nun yoluna kendilerini vakfetmiş “fakirler” ve” mesakin” olmuştur ve olacaktır.

Nitekim büyük müceddid İmam-ı Rabbani (R.A.) Mektubat adlı eserinde yer alan Mirza Bediüzzaman’a hitaben yazdığı 74. ve 75. mektublarında, Asr-ı Saa­det’teki Ashab-ı Suffa’yı kendilerine örnek olarak kendisi ve yakın çev­resini “mesakin” manasında fakirler diye vasıflandırmakta* ve bu fakirleri âyet ve ha­dislerdeki asırlara şamil küllî manasıyla ele alarak 74. mektubunda şöyle demektedir:**

“(Mektubunuzu) okuyunca fakirlere sevginiz ve bağlılığınız anlaşıldı. Çünki bu sevgi, selâmetin (dalalete düşmemenin) sermayesidir. Onlar, Allahu Teala’nın celîsleridir (yani, huzur-u etemme nail olup, Allah’ı unutmayan marifet ehlidirler). Onlarla beraber onlanlar (manevi cihad ve gayrette onlara katılan, destek olan, meclislerinde bulunup feyizyab olanlar) şaki olmazlar. (yani, bu hak cereyanının muhalifleri olan Süfyan, Tagut, Deccal ve Firavunî cereyanlara fiilen hattâ zımnen dahi katılıp kapılmayacaklar)[3] Resulullah (A.S.M.) kâfirlere galib gelmesi ve işle­rin kolaylaşması (hizmet-i diniyede inayet-i İlahiyeye mazhariyeti) için, muhacirlerin fakirleri hürmetine dua bu­yurduğu bildirilmektedir.”[4]

İmam-ı Rabbani (R.A.) bu cemaatın Allah indinde yeminlerinin (duaları­nın) makbuliyetini beyan ederek böyle halis mücahid ve ehl-i marifet bir cemaat-ı makbulenin hizmetini ve bunlara bağlanmanın ehem­miyetini gösteri­yor. Elbette ki ikinci bin yılın müceddidi, bu beyanlarıyla sa­dece kendi zamanının Mirza Bediüzzaman’ına değil, zamanımızdaki Mirza oğlu Bediüzzaman’a da hitab ederek, onun en ehemmiyet verdiği Nur cami­asının haslar dairesi olan iman hizmeti fedakârlarına da işaret ettiği anlaşılı­yor. Zira böyle büyük imamlar, Kur’an ve ehadisin tarzını takib ederek cüz’î bir hâdiseyi beyan ederken o hâdisenin külliyetini de ders veriyorlar.

İmam-ı Rabbani (R.A.) aynı mektubun devamında kendisine yapılan öl­çüsüz medihten nehyederek azami ihlası ders vermekte, nasihatların başında sünnet-i seniyeye ittiba etmenin elzemiyetini anlatmaktadır. Daha sonra da, “dünyanın süsle­rine düşkün olmamak, varlığına ve yokluğuna aldırış etme­mek lâzımdır… Dünyanın malına, mevkiine düşkün olanların, bunlara ka­vuşmak için uğraşıp da ansızın hep­sini bırakıp gidenlerin halini görerek ibret alınız” demekte ve böylece en ehemmi­yetli esaslara dikkat çekerek irşad et­mektedir.

Yine Mirza Bediüzzaman’a hitab eden 75. mektubunda İmam-ı Rab­bani (R.A.) Ehl-i Sünnet ve Cemaata uygun olarak, itikad ve iman esasla­rında tekâ­mül etmek, yani imanda terakkiyi ve ona hizmeti birinci derecede ele almak bundan sonra sünnete uyma yolunda amelî fıkhı, yani İlahî emir ve yasakları bilmek gereğini beyan etmektedir. İman-ı kâmil ve amel-i salih ile mukaddes âleme (Cennet’e) uç­mak nasib olur; bu iki kanat olmadan yüksel­mek olmaz, şeklinde nasihatta buluna­rak bu mevzudaki hassasiyetin göster­mektedir.

Calib-i dikkattir ki, Bediüzzaman Said Nursî Hz.nin en çok ehemmiyet verdiği iki esas olan, halis bir hizmet cemaatının varlığı ve iman hizmetinin birinci derecede tutulması hususu; İmam-ı Rabbani’nin (R.A.) mezkûr iki mektubunda da açıkça gö­rülmektedir. Böylece bu iki büyük müceddid, bu iki esasın elzemiyetinde müttefik olup, mesleklerini ona bina etmişlerdir.

HADİSTE BİLDİRİLEN HAKİKİ VAKIFLARIN EHEMMİYETİ

Risale-i Nur’un hizmetinde kendini vakfeden ve hadis lisanında mesakin denen zatlar (yani vakıflar ki; hadiste mesakin kelimesi olarak geçer ve mesakin dahi miskin kelimesinin cemidir. Yani hakiki hizmet fedaileri) hakkında bir hadis, yani bir dua-yı nebevî şudur:

اَللّهُمَّ اَحِينِى مِسْكِينًا وَ اَمِتْنِى مِسْكِينًا وَاحْشُرْنِى فِى زُمْرَةِ الْمَسَاكِينِ

Allahım! Beni miskin olarak hayatlandır (yaşat) ve miskin olarak vefat ettir ve mesakin zümresi içinde de haşreyle.” Keşf-ül Hafa hadis: 538 (Tirmizi ve İbn-i Mace’den Naklen)

Bu dua-yı nebevîden anlaşılıyor ki, bütün insanlığın tek şahsiyeti olan peygamberimiz, hayatını din hizmetine feda edenlerin beraberliğini en büyük gaye görüyor. Bu husus gayet cay-ı dikkattir. Peygamberimizin (A.S.M.) son vekili olan Üstadımızın “mesakin” tabir edilen halis ve sâdık vakıfların lüzumiyeti hakkında beş vasiyetnameleri lâhikalarda neşredip Resulullahın mezkür takdirine ittiba etmesi de manidardır.



[1] Ramuz-ül Ehadis: sh:8l

[2] Sahih-i Müslim ci:3 hadis: l039

* Bu mana, aşağıdaki "muhacirlerin fakirleri hürmetine" ifadesinden de açıkça anlaşılır ki bu fakirler, herkesçe bilinen alelâde fakirler değildir.

** Mektubundaki bazı ifadelerin maksud manaları, parantezler içinde kısaca gösterilmiş­tir.

[3] Bu rivayet Buhari 80. kitab-üd daavat 66. babda; Tirmizi daavat/l29’da; S.B.M. 2l6l. ha­diste mezkûrdur.

[4] Taberani, Ebu Nuaym ve Hâfız-ı Münzirî’nin Tergib adlı kitabında nakledilmiştir.

Kontrol et

HAKİKİ ŞAKİRD / TALEBE VASIFLARI

Risaletü’n-Nur’un hakikî ve sadık şakirdleri mabeynindeki düstur-u esasî olan iştirak-i a’mal-i uhreviye kanunuyla ve samimî …