Edirne Hocası işareti
TARAFGİRLİK NELERE SEBEP OLUYOR!
Bediüzzaman Hazretleri, Birinci Dünya Savaşı sonrasında bize dışarıdan yani Avrupa’dan gelen siyaset anlayışını red eder. O zamanın zalim Avrupa devletleri 1919 yılında ülkemizi paylaşmaktan da öte, içimize fitne tohumlarını da atmışlardır. Üstad en dehşetlisini şöyle ifade eder:
“Bana en ziyade şedid görünen, manen ahlâkımıza vurduğu darbedir.” der.
Bir başka fitne de bazı hocaların İslam düşmanlarına dua etmesidir, taraftar olmasıdır. Mesela Yunanlıların işgalinde Edirne’de başlayan bir olay için der ki:
“Edirne Câmii’nde, bir İslâm hocasının lisanıyla, Venizelos gibi şeytan zalime dua ettirdi.” Sünuhat sh:90) Ne kadar ibretamiz örnekler var. Dileğimiz millet tarafından tanınan büyük hocalarımızın zamanımızda bu hataya düşmemeleridir. Fakat heyhat! Maalesef kendisine şefaat verilse İslam şeairine düşman birisine kullanacağını beyan edenleri de gördük! Acaba Edirne’de olan o hadisenin bugüne de bakan yönleri var mı? Allahü A’lem..
Bu zalimlerin fitnelerinden biri de siyasi tarafgirliktir. O zamandaki siyasi ve askeri olarak idarenin başıdaki zatların kusurları olsa dahi düşmanla bir tutulamayacağını bildiren ifadeler de şöyledir:
“Dediler:
-İttihad’a şedid bir muarız idin. Neden şimdi sükût ediyorsun?
Dedim:
-Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan. Düşmanın hedef-i hücumu, onların hasenesi olan azm ü sebattır ve İslâmiyet düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan feragatıdır.
Bence yol ikidir: Mizanın iki kefesi gibi; birinin hıffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı, Antrik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda, vuran da sefildir.
Dediler:
-Fırkacılık lâzım-ı meşrutiyettir.
Dedim:
-Bizdekilerde hutut-u efkâr, telaki için mütemayilen imtidada bedel, münharifen gittiğinden nokta-i telaki vatanda, belki kürede görülmüyor. Vücud, adem gibi; birinin vücudu ötekinin ademini ister.
İnad bazan müfrit fırka mutaassıblara, dalal ve bâtılı iltizam ettirir. Şeytan birisine yardım etse, melek der, rahmet okutur. Ötekinde melek görse, libasını değiştirmiştir der, lanet eder. Sû’-i zan ve hüsn-ü zan nazarıyla dûrbînin iki tarafı gibi leh aleyhdar, vâhî emareyi bürhan, bürhanı vâhî emare görür.
İşte şu zulümdür, لَظَلُومٌ اْلاِنْسَانَ اِنَّ sırrını gösterir. Zira hayvanın aksine olarak kuvâ ve meyilleri fıtraten tahdid edilmemiş, meyl-i zulüm hadsizdir. Lâsiyyema enenin eşkal-i habisesi olan hodgamlık, hodfikirlik, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inad o meyle inzimam etse, öyle ekber-ül kebairi icad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennem’in lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.
Meselâ: Birisinin bir sıfatından darılsa, mecma-i evsaf-ı masume olan şahsına, hattâ ehibbasına, hattâ meslekdaşına zulmünü teşmil eder,
اُخْرَى وِزْرَ وَازِرَةٌ تَزِرُ لاَ وَ ya karşı temerrüd eder.
Meselâ: Muhteris bir intikam veya müntakim bir hilafıyla bir kerre demiş:
İslâm mağlub olacak, kalbi parçalanacak. Sırf o müraî ruhtan gelen, yalancı fikirden çıkan meş’um sözünü doğru göstermek için; İslâm mağlubiyetini, İslâm perişaniyetini arzu eder, alkışlar, hasmın darbesinden mütelezziz olur. İşte şu alkışı ve gaddar telezzüzüdür ki, mecruh İslâm’ı müşkil mevkide bırakmış. Zira hançerini İslâmın ciğerine saplamış olan hasım, “sükût et” demiyor. “Alkışla, mütelezziz ol, beni sev” diyor, onları misal gösteriyor.
İşte size dehşetli bir günah ve zulüm ki, ancak haşirdeki mizan tartabilir. وَ قِسْ عَلَيْهَا ” (Sünuhat sh:55)
Bu bahis zamanımızla çok alakalıdır. Risale-i Nurların kıyamete kadar, bütün ölçü ve prensipleriyle baki kalacağının canlı bir misalidir. Herzaman ve zeminde muhatapları vardır. Kur’anın sönmez ve söndürülemez bir tefsiri olduğunun en açık ispatlarından birisi de budur. Zamanımızdaki tarafgirliğe, inada hasede o kadar bariz vurgu yapılmış ki, barekallah sana ey Risale-i Nur diyoruz..