Süfyan (İslam Deccalı) Büyük Deccal'dan Daha Tehlikelidir

SÜFYANIN (İSLAM DECCALI) BÜYÜK DECCAL’DAN DAHA TEHLİKELİ OLDUĞU

Zamanımızda zuhur eden âhirzaman fitnesinde dinsizlik esas başını çeken iki cereyan var olduğunu Bediüzzaman Hazretleri ders verir ve bu iki cereyana karşı hizmet tarzını da beyan eder ve der ki:

Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadîslerin ifade ettikleri mana budur ki:

Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:

Birisi:

Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır.

Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

İkinci cereyan ise:

Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı Nemrudane, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, uluhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir.

Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zabitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşi bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûna hâkimiyet verir.

Öyle de: Allah’ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rububiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispirtizma ve manyetizmanın hâdisatı nev’inden müdhiş hârikalara mazhar olan Deccal ise; daha ileri gidip, cebbarane surî hükûmetini bir nevi rububiyet tasavvur edip uluhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlub olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın uluhiyet dava etmesi, ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur.

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur’ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi’ ve İslâmiyet metbu’ makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.

Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kadir-i Külli Şey’ va’detmiş, elbette yapacaktır.” (Mektubat sh: 56)

İslam Deccalı (Süfyan) İslam memleketinde icraat yapar ve faaliyeti uzun zaman devam eder. O öldükten sonra da onun takipçileri o cereyanı devam ettirirler. O’nun dinî ve içtimaî sahadaki tahribatını tamirle vazifedar Zat ve O’nun yolunu takip edenler de, hem Deccal’in bizzat icraatını, hem öldükten sonraki devam ettirilen sistemin icraatını tamir vazifesinde çalışırlar. Bu hizmet safhalarının da üç devresinde O zatın proğramı çerçevesinde mücahede devam eder.

Bediüzzaman Hazretlerinin çok kıymettar bir talebesi olan Ahmed Feyzi Abi’nin yazıp Üstad’a verdiği bir risaleciği olan Maidet-ül Kur’an’ı, Hz. Üstad bizzat tashih edip Tılsımlar Mecmuasının sonuna dahil etmiştir. Fakat sonra zamanın nezaketi vs. durumlardan ve maslahata binaen o devrede çıkarılmıştır. Fakat o risale Risale-i Nur Külliyatının neşredilmeyen kısımlarına kabul edilmiştir. Yani muhteviyatı hak ve hakikattır ve Bediüzzaman Hazretlerinin tasdikinden geçmiştir.

O risalede bir hadis ve izahı şöyledir:

يَكُونُ قِى اُمَّتِى رَجُلاَنِ اَحَدُهُمَا وَهَبُ يَهِبُ اللَّهُ لَهُ الْحِكْمَةَ وَالْاَ خِرُ غَيْلاَنُ فِتْنَتُهُ عَلَى هَذِهِ الْاُمَّةِ اَشَدُّ مِنْ فِتْنَةِ الشَّيْطَانِ

وَهَبُ يَهِبُ اللَّهُ لَهُ الْحِكْمَةَ – 234 كُرْدِى – 234

وَهَبُ – 13 وَالْاَ خِرُ غَيْلاَنُ – 1930- 1928

Bu hadîs-i şerif, bu ümmet-i Muhammediyenin (asm) hayatı nokta-i nazarında çok şâmil bir tesiri hâiz iki insanı haber ver­mektedir.

Bunlardan biri:

Mahz-ı mevhibe-i İlâhiye olacak ve kendisine hikmet-i İlâ­hiye ve hikmet-i Kur’aniye ihsan edilecek.

Diğeri de:

Fitnesi, bu ümmet-i Muhammed’e (a.s.m.) şeytandan daha te’sirli olan, bir şerir zâlim olacaktır.

Muhaddisîn, bu hadîs-i şerifin tahkikini bir çok ze­vat ve eşhasa tev­cih etmişler. Ve hatta bazıları hadîsin ga­râ­bet-i beya­nından dolayı ta’nı ve inkarı cihetine bile git­mişlerdir. Ancak, hadîsin cihet-i rivayetindeki taad­düdü ve mühim hadîs kitapla­rında yer bulması, ta’nına giden­leri hak­sız çıka­racak şekilde eimme-i muhaddisîni be­yanda bulunmağa sevk et­miştir.

Ta’n edenleri, ta’na sevk eden en mühim sebeb; Hadî­sin be­yanına göre, ümmet-i Muhammed (A.S.M.) için, şeytan­dan daha eşedd te’siri hâiz bir kimsenin zuhuru.. ve bil’akis senâ-yı Peygamberîye (A.S.M.) lâ­yık bir şekilde mahz-ı hi­dayet ve hik­met bir zât-ı âlînin mukabele icrasını vazife et­mesi, hele bir mu’cize-i Muhammedîyi (A.S.M.) izhar etmek üzere bunların hem-zaman olmalarının ha­dîsteki kat’iyyet-i beyan dere­cesinde tam tahakkuk etme­mesidir.

Mânâ-yı hadîsin her zamanda bir ferdi bulunmak üzere bütün zamanlarını muhit olduğunu kabul ederek muhaddi­sînin bu husustaki tevcihlerini reddetmeden, ha­dîsin ifâde-i kat’iye-i riyâziyesinin delâletiyle içinde bu­lunduğumuz zaman en kuv­vetli bir şekilde icra-yı hüküm etmekte oldu­ğunu iddia ve kabul et­mek, gayr-ı kabil-i red bir tercih olur.

Filhakika, te’sir-i idlâlkârîsi şeytandan daha eşedd ve müessir bir tağut-u dalaletin icra-yı şenaat ettiği bir devrin insanları olduğumuz gibi; ona mukabil, senâ-yı Muhammedîye (A.S.M.) lâyık bir şekilde mahz-ı hikmet ve mahz-ı mevhibe bir me­mur-u Rabba­nî’nin neşr-i envar eylediği bir devri yaşıyoruz.

Hadisin beyan-ı riyazîsi, o zatı sarahaten gösterdiği gibi; وهب kelimesi de ilmi vehbî olması, hem eserlerinde vehbî gibi bulunması ..13 adediyle, o zâtın en çok alâka­dar olduğu ve çok sırların anahtarı olan sarahatini, bir hu­susî adam ha­linde gös­termektedir.

Buna mukabil asırların kaydettiği en büyük sandid-i da­lâletin icra-yı kabaset için tuğyanını en çok arttırdığı tarihleri, hadîsin ay­nen göster­mesi bir mu’cize-i Muhammedinin (A.S.M.) bütün vuzu­huyla ve tarihlerini göstermek suretiyle tahakkuk etmiş olduğunu ve hadîsin sıhhati, hadîselerin şehadetiyle ta­mamen meydana çıkmış bulun­duğunu ifâde etmektedir.

غَيْلاَنُ kelimesinin غول veغيله asıllarından müştak bir sı­fat-ı müşebbihe olduğunu kabul ettiğimizde bunların lugâvî mânâla­rındaki azameti izhar etmiş bir cebbarın bütün hututiyle tebellür etmiş ol­duğunu görüyoruz.” (Maidet-ül Kur’an sh: 27)

İşte bu bahiste İslam Deccalı’nın ne kadar etkili olduğu ve çekinilip tedbir alınması gerektiği açıkça anlatılmıştır. İslam Deccalıyla mücadelede mutlaka hem ilmi vehbî, hem eserlerinin de vehbî olan Zat’la hizmet yapılmalıdır.

HER İKİ DECCAL’IN BERABER İFSADATLARI

Hadislerde hem İslam Deccalına hem Büyük Deccala mesih denmesi şöyle izah edilmektedir:

Birinci Mes’ele: Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a "Mesih" namı verildiği gibi her iki Deccal’a dahi "Mesih" namı verilmiş ve bütün rivayetlerde مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ * مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ denilmiş. Bunun hikmeti ve tevili nedir?

Elcevab: Allahu a’lem bunun hikmeti şudur ki: Nasılki emr-i İlahî ile İsa Aleyhisselâm, şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarab gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş.

Aynen öyle de; Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder.

Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.” (Şualar sh: 593)

Mesih kelime olarak sıvazlama, üstüne el sürme anlamına gelemekle birlikte bu manalar da verilmiştir.

1.Hz. İsa (a.s.); hastaların rahatsızlıklarını ve şikâyetlerini el sürerek, bir mu’cize eseri ola­rak giderdiği için bu unvan verilmiştir

2.Deccal, son devirde gelen din düşmanı önemli bir kişi veya açtığı çığır. Bu kişi veya onun aç­tığı çığıra bu adın verilmesinin sebebi, Hıristi­yan dünyasında Hıristiyanlığın hükümlerini kaldırmakla veya etkisiz hale getirmekle anar­şiliğe zemin hazırlaması veya İslâm dünyasında İslâm dininin bir kısım hükümlerini yürürlük­ten kaldırılmasıdır. İkinci haldekine İslâm Deccalı veya Süfyan denmiştir

1939’da büyük Erzincan Depremi ve 1940 lı yıllarda başlıyan zelzelelere Bediüzaman Hazretlerinin izahı:

Sual: Yerin korkudan titremesi ve hiddeti neden Rus’a gelmiyor ve yalnız…?

Cevab: Çünki nesholup tahrif olmuş bir dine karşı, dinsizlik ile ihanet başkadır. Ve hak ve ebedî bir dine karşı ihanet ise yeri titretiyor, kızdırıyor.(Kastamonu Lahikası sh: 13)

Ezcümle: Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve vâlideler hakkında dehşetli neticeler veriyor. Cenab-ı Hakk’a şükür ki; Risale-i Nur bu müdhiş tahribata karşı, girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn’in tahribiyle, Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur’anînin tezelzülüyle de Ye’cüc ve Me’cüc’den daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor. (Kastamonu Lahikası sh: 149)

İkinci Sual: Niçin gavurların memleketlerinde bu semavî tokat başlarına gelmiyor? Bu bîçare müslümanlara iniyor?

Elcevab: Büyük hatalar ve cinayetler te’hir ile büyük merkezlerde ve küçücük cinayetler ta’cil ile küçük merkezlerde verildiği gibi; mühim bir hikmete binaen ehl-i küfrün cinayetlerinin kısm-ı a’zamı, Mahkeme-i Kübra-yı Haşre te’hir edilerek ehl-i imanın hataları, kısmen bu dünyada cezası verilir.(Sözler sh: 171)

İkinci harb-i umumî beşere ettiği tahribat-ı azîme gerçi çok geniştir. Fakat hayat-ı dünyeviyeye ve bekasız medeniyete baktığı cihetinde Osmanlı’daki tahribata nisbeten dardır.

Osmanlı’daki manevî zelzele hayat-ı ebediye ve saadet-i bâkiyenin zararına bir tahribat ve bir zelzele-i maneviye-i İslâmiye manen o ikinci harb-i umumîden daha dehşetli olmasından Eski Said’in o sehvini tashih ediyor ve rü’ya-yı sadıkasını tam tabir ediyor ve o hiss-i kabl-el vukuunu gözlere gösteriyor.” (Emirdağ Lahikası sh: 131)

İslam memleketindeki dini kusurlar, gayretullaha daha çok dokunuyor. Yani İslam Deccalının tahribatı ehemmiyete alınmalıdır. Sadece Büyük Deccalın insanlık dünyasında yaptığı inkar*ı Uluhiyyet (ateizm) ve komünizim gibi dinsizlik cereyanlarına hassas olup, İslam Deccalının sinsice ve münafıkane yaptığı tahribatlar çeşitli mülahazalarla nazara alınmazsa hakiki hizmet yapılmamış olur. Hatta Süfyaniyetin devamına sebebiyet verilmiş olur.

Kontrol et

Ölmüş Gitmiş ve Hükümetten Alakası Kesilmiş Şahıs (M.Kemal)

 1948 senesinde vuku bulan Afyon Mahkemesinde, yazdığı bir eserinin manasını M. Kemal’le ilgili göstermelerine mukabil …