RİSALE-İ NUR’UN KÜFÜRLE MÜCADELESİ
Bediüzzaman Hazretleri Kastamonuda sürgün bulunduğu yıllarda 1936-1943 de telif edilen Ayet-el Kübra risalesinde, bütün kainattan Yaratıcısını soran bir seyyahın müşahedeleri ve Risale-i Nurun ehemmiyeti hakkında şöyle demektedir:
“Aziz kardeşlerim! Çok defa kalbime geliyordu. Neden İmam-ı Ali (R.A.) Risale-i Nur’a ve bilhâssa Âyet-ül Kübra Risalesi’ne ziyade ehemmiyet vermiş? diye sırrını beklerdim. Lillahilhamd ihtar edildi. İnkişaf eden o sırra şimdilik yalnız kısa bir işaret ediyorum. Şöyle ki:
Risale-i Nur’un mümtaz bir hasiyeti, imanın en son ve en küllî istinad noktasını, kuvvetli ve kat’î beyan olduğundan; bu hasiyet Âyet-ül Kübra Risalesi’nde fevkalâde parlak görünüyor. Ve bu acib asırda mübareze-i küfür ve iman, en son nokta-i istinada sirayet ederek ona dayandırıyor.” Kastamonu Lahikası (54)
Yani bu zamanda bilhassa bizim memleketimizde iman ve küfür mücadelesinin en dehşetlisinin meydana geldiğini beyan eder. Buradaki mücadelenin siyasi, iktisadi vs. olmaktan ziyade tamamen iman ve küfür olduğunu şöyle ifade eder:
“Küfür ile iman ortası yoktur. Bu memlekette İslâmiyet’e karşı komünist mücadelesi ortası olamaz.
Sağ ve sol, ortası üç meslek îcab ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deseler hakları var. Sağ İslâmiyet, sol komünistlik, ortası da Nasraniyet diyebilirler.
Fakat bu vatanda küfr-ü mutlaka karşı iman ve İslâmiyet’ten başka bir din, bir mezheb olamaz. Olsa, dini bırakıp komünistliğe girmektir.
Çünki hakikî bir Müslüman hiçbir zaman Yahudi ve Nasrani olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup tam anarşist olur.” Emirdağ Lahikası-2 (59)
Hatta Hazret-i Üstad Demokratların Milli Eğitim ve Adalet bakanlarının bu gerçeği anladıklarını ve sair hükümet rükünlerinin de anlayacakları ve:
“Sağ-sol tabiri yerine, hak ve hakikat ve Kur’an ve iman kuvvetine dayanıp bu vatanı küfr-ü mutlaktan, anarşilikten, zındıkadan ve onların dehşetli tahribatlarından kurtarmağa çalışmalarını rahmet-i İlahiyeden bütün ruh u canımızla niyaz ve rica ediyoruz.” Emirdağ Lahikası-2 (59)
Üstadın bu ikazına rağmen yıllarca bu memleketin evladları sağcı solcu diye çarpıştırılmış ve düşmanlıklar aşılanmaya çalışılmıştır. Esas küfrün hesabına çalışan İslam Deccalı Süfyan mensupları da, yerlerini ve mevkilerini bu sayede muhafaza etmiştir.
Bir nevi meydan muharebesine benziyen bu iman ve küfür mücadelesinin yapıldığı yer bu memlekettir. Bu mücadele bir manevi meydan muharebesidir. Bu hakikatı Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bir misal ile şöyle anlatır:
“Meselâ: Nasılki gayet büyük bir meydan muharebesinde ve iki tarafın bütün kuvvetleri toplandığı bir sahrada iki tabur çarpışıyorlar.
Düşman tarafı, en büyük ordusunun cihazat-ı muharribesini kendi taburuna imdad ve kuvve-i maneviyesini fevkalâde takviye için her vasıtayı istimal ederek ehl-i iman taburunun kuvve-i maneviyesini bozmak ve efradının tesanüdünü kırmak için her vesileyi kullanır.
Ehemmiyetli bir istinadgâhını kendine temayül ettirerek ihtiyat kuvvetini dağıtır. Müslüman taburunun herbir neferine karşı, cem’iyet ve komitecilik ruhuyla mütesanid bir cemaat gönderir. Bütün bütün kuvve-i maneviyesini mahvetmeğe çalıştığı bir hengâmda Hızır gibi biri çıkar, o tabura der:
"Me’yus olma! Senin öyle sarsılmaz bir nokta-i istinadın ve öyle mağlub edilmez muhteşem orduların ve tükenmez ihtiyat kuvvetlerin var ki, dünya toplansa karşısına çıkamaz. Senin şimdilik mağlubiyetinin bir sebebi, bir cemaata ve bir şahs-ı maneviyeye karşı bir neferi göndermenizdir. Çalış ki, herbir neferin, istinad noktaları olan dairelerinden manen istifade ettiği kuvvetli kuvve-i maneviye ile bir şahs-ı manevî ve bir cem’iyet hükmüne geçsin" dedi ve tam kanaat verdi.
Aynen öyle de, ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cem’iyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. Herbir müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya me’yusane çabalarken, Risale-i Nur Hızır gibi imdada yetişti. Kâinatı ihata eden son ordusunu * gösterip ve ondan mukavemetsûz maddî, manevî imdad getirmek hizmetinde hârika bir emirber nefer olarak Âyet-ül Kübra Risalesi’ni İmam-ı Ali (R.A.) keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş.
Temsildeki sair noktaları tatbik ediniz, tâ o sırrın bir hülâsası görünsün.
Said Nursî” Kastamonu Lahikası (54)
Şimdi ise, iman küfür mücadelesi geniş dairede cereyan etmektedir. Temsildeki hakikatlar tamamiyle tatbik edilmektedir. Küfür cereyanı bütün açıklığıyla ortaya çıkmaya başlamıştır. Ve ehl-i dalalet, temsilde tabura benzetilen Süfyaniyete tam desteğini vermiştir ve vermektedir. Yine temsilde çarpışan iki taburdan biri olan Risale-i Nur ve cereyanı ve onun düsturları çerçevesinde teşekkül eden ehl-i iman heyeti umumiyesidir. Bu referandum hadisesine böyle bakılmalıdır.