MÜTECAVİZ EHL-İ BİD’A
Fitne-i ahirzaman cereyanına karşı, mahalli ve kısmî mukabeleler değil, yekvücud bir âlem-i İslâmın kuvveti ancak mukavemet eder.
Dini hayata karışmamak prensibiyle ortaya çıkan ve bir kısım resmi makamları işgal eden ehl-i bid’a, hiçbir şekilde müdahele edemiyeceği mukaddesata, din ve vicdan hürriyetini açıkça çiğneyerek tecavüz edilmesi eş kabul etmez bir zulümdur. Bu zulme karşı Bediüzzaman Hazretleri şöyle mukabele ediyor:
“Nev’-i beşerde, hususan bu asr-ı hürriyette ve bilhassa medeniyet dairesinde hemen umumiyetle hüküm-ferma “hürriyet-i vicdan” düsturunu kırmak ve istihfaf etmek ve dolayısıyla nev’-i beşeri istihkar etmek ve itirazını hiçe saymak kadar cür’etinizle, hangi kuvvete dayanıyorsunuz? Hangi kuvvetiniz var ki, siz kendinize “lâdinî” ismi vermekle, ne dine ne dinsizliğe ilişmemeyi ilân ettiğiniz halde; dinsizliği mutaassıbane kendine bir din ittihaz etmek tarzında, dine ve ehl-i dine böyle tecavüz, elbette saklı kalmayacak! Sizden sorulacak!.. Ne cevab vereceksiniz? Yirmi hükûmetin en küçüğünün itirazına karşı dayanamadığınız halde, nasıl yirmi hükûmetin birden itirazını hiçe sayar gibi, hürriyet-i vicdaniyeyi cebrî bir surette bozmağa çalışıyorsunuz.” (Mektubat: 430)
Bu ifadeden anlaşılıyor ki bu gizli ve mütecaviz ehl-i bid’a, tecavüzde lâikliği de aşıyor.
Zamanımızda mütecaviz cereyanların maddî ve teknik imkânlar cihetinde, hem müslümanlar aleyhinde propagandalar yapar hem de menfi hadiseler çıkarıp yaygaralar yapar ve efkâr-ı beşeriyeyi aldatmaya çalışır. İşte bunun gibi menfi hareketlerle kazandıkları galebelerine karşı durabilmek için ittihad-ı İslâmın teşekkülü gerektiğini anlatan Bediüzzaman diyor ki:
“… komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik; doğrudan doğruya anarşistliği intac ediyor. Ve bu dehşetli tahrib edicilere karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur’aniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmağa vesile olduğu gibi, bu vatanı istila-yı ecanibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.” (Emirdağ Lahikası-2 sh:24)
Evet, ittihad- İslâmın merkeziyeti olan hilâfetin “İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.
Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta’tile uğramasıyla o zât, bütün ehl-i imanın manevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ülema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beyt’in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 266)
Yani fitne-i ahirzaman cereyanına karşı, mahalli ve kısmî mukabeleler değil, yekvücud bir âlem-i İslâmın kuvveti ancak mukavemet eder.
Evet, “Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a’sarın mecma’larında o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar….. Ve öyle bir kesrettedirler….ki; o kumandanların mecmu’u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır ve Hazret-i Mehdi’nin en has ordusudur.” (Mektubat sh: 440)
Yukarıda bahsi geçen seyyidlerden müteşekkil has orduya, yine aynı yerde nazara verilen bütün ehl-i iman ve ittihad-ı İslam ve bütün ulema ve evliyanın destek vereceği ve böylece büyük bir İslam milliyeti kuvveti ile, hiçbir hak ve hukuk tanımayan zendeka cereyanına karşı durabilecektir. Şu halde öncelikle bu kuvvetin tahakkukuna çalışmak evleviyet kazanır.
Esasen İslâmiyet, şefkat ve merhamet dinidir ve barışcıdır. Beşerin sulh-u umumî dairesinde yaşamasını ister. Fakat bazı cereyanlar, hürriyet rejimini koruma perdesi altında bahaneler uydurup tecavüz ederek hâkimiyetine yol arar.
Evet, “Ecnebi parmağıyla idare edilen zendeka komiteleri, İslâmiyeti imha için, İslâm memleketlerinde, bilhassa Türkiye’de, öyle desiselerle entrikalar çevirmişler, haince dolaplar döndürmüşler, hunharane ve vahşiyane zulümler irtikâb ve şeytanî ve menfur plânlar tatbik etmişler ve iğfalatta bulunmuşlar; iblisane, sinsî metodlar takib etmişler ve kardeşi kardeşe çarpıştırmışlar ve öyle aldatıcı yalan ve propagandalar ve yaygaralar yapmışlar, fitne ve fesad ve tefrika tohumları saçmışlardır ki; bunlar İslâm’ın bünyesinde derin rahneler açmış ve büyük tahribatlar yapmıştır.” (Sözler sh: 770)
“Hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur’an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza’ etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.” (Lem’alar sh: 151)