Müsbet Hareket Etmek Esası

Risale-i Nur Mesleğinde

12- MÜSBET HAREKET ETMEK ESASI

Müsbet hareketin tarifi:

1- «Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mes­le­ğinin mu­habbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkaları­nın tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.» (Lem’alar sh: 151)

Muarızlarla meşgul olmayıp müsbet hareket etmek:

2- «Sandıklı tarafından, kemâl-i şevkle ve ciddi­yetle faaliyette bulunan Hasan Âtıf kardeşimizin bir mektu­bundan anladım ki, orada, perde altında faaliye­tini dur­durmak için bazı hocalar, bir kısım tarikata mensup adam­ları vasıta edip fütur veriyorlar. Halbuki mesleğimiz, müsbet hareket etmektir. Değil mü­bareze, belki başka­ları düşünmeye de mesle­ğimiz müsa­ade etmiyor.

Hem, müşterileri de aramaya mecbur değiliz. Müşteriler yal­varmalı. O kardeşimiz, hakikaten hâlis ve tam sâdık kalemi gibi kalbi, ruhu da güzel fakat bir­den herşeyi mükemmel ister, onun için bıraz sıkıntı çeker. Mümkün olduğu kadar hem ihtiyat etsin, hem mübtedi’ hocalara mübareze kapısını açmasın.» (Kastamonu Lâhikası sh: 242)

3- «Kardeşimiz Hasan Âtıf’ın mektubundan anla­dık ki, haki­katen tam çalışıyor. Kendi tâbiriyle, Risale‑i Nur’un mücahidleri­nin ve efelerinin kalem yadigârla­rını bize he­diye olarak irsal etti­ğine mukabil deriz: Cenab-ı Hak, ebe­den onlardan razı olsun. Ve daha çok manidar yazdığı cümleler içinde, bir parça ehl-i bid’aya şiddet gördüm. Zaman, zemin, Risale-i Nur’un müsbet mesleği, ehl-i bid’a ile değil fi­ilen, belki fikren ve zihnen dahi meşgul ol­maya müsaade etmez. İhtiyat her vakit lâzım. O hâ­lis kardeşimiz, inşaallah oralarda kendi gibi çok hâlis şakird­leri yetiştirecek.» (Kastamonu Lâhikası sh: 251)

4- «Hem, belki karşımıza aldanmış veya alda­tılmış bazı hocalar ve şeyhler ve zâhirde müttakî­ler çıkartılır. Bunlara karşı vahdetimizi, tesanüdümüzü muhafaza edip onlarla uğ­raşmamak lâzımdır, münakaşa etmemek ge­rektir.»(Ş: 315)

5- «Risale-i Nur şakirdleri, tam ihtiyatla beraber, bir taar­ruz olduğu vakitte münakaşa etmesin­ler, aldırmasın­lar. Aldanan ehl‑i ilim ve imansa, dost olsunlar, “Biz size ilişmiyoruz. Siz de bize ilişmeyiniz. Biz ehl-i imanla kar­de­şiz” deyip yatıştırsınlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 103)

6- «Kardeşlerim, çok dikkat ve ihtiyat ediniz. Sakın, sakın hocalarla münakaşa etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar musalâhakârane davra­nınız. Enaniyetlerine do­kunma­yınız. Bid’at ta­raftarı da olsa ilişmeyiniz. Karşımızda deh­şetli zındıka varken, mübtedi’lerle uğra­şıp, on­ları dinsizlerin tarafına sevk etmemek gerek­tir. Eğer size iliş­mek için gönderilmiş hocalara rastgel­seniz, mümkün olduğu ka­dar münazaa kapısını aç­mayı­nız. İlim kisvesiyle itirazları, münafıkların elle­rinde bir senet olur. İstanbul’da ihtiyar hocanın hücumu ne kadar zarar verdi­ğini bilirsiniz. Elden geldiği kadar Risale-i Nur lehine çe­virmeye çalışınız.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 133)

Mecburiyet karşısında tedafüî (müdafaa) vaziye­tini almak:

7- «Şimdiye kadar gizli münafıklar Risale-i Nur’a ka­nunla, adliye ile ve âsâyiş ve idare noktasından hü­kûmetin bazı erkânını iğfal edip tecavüz ediyorlardı. Biz, müsbet hareket ettiği­miz için mecburiyet olduğu zaman tedâfüî vaziye­tinde idik. Şimdi plânları akîm kaldı. Bilâkis tecavüz­leri Risale-i Nur’un dairesini genişlettirdi.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 102)

Müsbet hareket etmek tavsiyeleri:

8- «Bizim vazifemiz müsbet hareket et­mek­tir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karış­mamaktır. Bizler âsâyişi mu­hafazayı netice ve­ren müsbet iman hizmeti içinde her­bir sıkın­tıya karşı sabırla, şükürle mü­kellefiz.

Meselâ, kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahak­küme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hadise­lerle sabit olmuş. Meselâ, Rusya’da kumandana ayağa kalk­mamak, Divan-ı Harb-i Örfîde idam teh­didine karşı mah­kemedeki paşaların suallerine beş para ehemmi­yet ver­mediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahak­kümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz se­nedir müsbet hareket etmek, menfî ha­re­ket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışma­mak hakikati için, bana karşı yapılan muamele­lere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çeken­ler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.

Evet, meselâ seksen bir hatâsını mahkemede ispat ettiğim bir müdde-i umumînin yanlış iddiaları ile aley­hi­mizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahriba­tına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.

Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâ­yişi muhafaza etmek içindir. وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى düs­turu ile—ki “Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mesul ola­maz”—işte bu­nun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâ­yişi muhafazaya çalışmı­şım. Bu kuvvet dahile karşı de­ğil, an­cak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düstu­ruyla vazife­miz, dahil­deki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım et­mek­tir. Onun içindir ki, âlem-i İslâmda âsâyişi ihlâl edici dahilî muharebat an­cak binde bir olmuştur. O da aradaki bir iç­tihad far­kın­dan ileri gelmiştir. Ve cihad-ı mâneviye­nin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, “Bizim va­zifemiz hizmettir netice Cenab-ı Hakka âittir. Biz vazi­femizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.”

Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, “Benim vazi­fem hizmet-i imaniyedir muvaffak etmek veya etme­mek Cenab-ı Hakkın vazife­sidir” deyip ihlâs ile hareket et­meyi Kur’ân’dan ders almışım.

Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düş­manın malı, çoluk çocuğu ganimet hük­müne geçer. Dahilde ise öyle değildir. Dâhildeki ha­reket, müs­bet bir şekilde mânevî tahribata karşı mâ­nevî, ihlâs sır­rıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muha­faza için müs­bet hareket edeceğiz. Bu za­manda dahil ve hariçteki ci­had-ı mâneviyedeki fark pek azîm­dir.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 241)

9- «Bununla beraber zamanın ilcaatıyla zaruretler ortalıkta zannederek bazı hocaların bid’alara taraftarlı­ğın­dan dolayı onlara hücum etmeyiniz. Bilmeyerek “Zaruret var” zannıyla hareket eden o biçarelere vur­ma­yınız. Onun için kuvvetimizi dahilde sarf etmi­yo­ruz. Biçare, zaruret derecesine girmiş, bize muhalif olanlar­dan hoca da olsa onlara ilişmeyiniz. Ben tek ba­şımla daha evvel aley­him­deki o kadar muarızlara karşı da­yandığım, zerre kadar fü­tur getirmediğim, o hizmet-i imaniyede muvaffak oldu­ğum halde, şimdi milyon­lar Nur talebesi olduğu halde, yine müsbet ha­reket etmekle onların bütün tahkiratla­rına, zu­lümle­rine tahammül ediyorum.

Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakit de on­lara yardımcı olarak çalışıyoruz. Âsâyişi muhafa­zaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz. İşte bu gibi hakikat­ler itibarıyla, bize zulüm de etseler hoş gör­me­liyiz.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 243)

10- «Kardeşlerim, hastalığım pek şiddetli belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmak­tan—bazan men olduğum gibi—men edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, “ehvenüşşer” deyip bazı biçare yanlışçıların hatâlarına hücum et­mesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil… Çünkü dahilde hareket menf­îce olmaz. Madem siyasetçi­lerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaade­kârdır “ehvenüşşer” olarak bakınız. Daha “âzamüşşer”den kurtulmak için, onlara zararınız dokun­masın, onlara faydanız dokun­sun.

Hem dahildeki cihad-ı mânevî, mânevî tah­ribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil, mâ­nevî hizmetler lâ­zımdır. Onun için, ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul ol­maya hiçbir hakları yok…» (Emirdağ L.-ll sh: 245)

11- «Bediüzzaman, ömrü boyunca müspet hareket etmeyi düstur edinmiş, “Birkaç adamın hatâsıyla yüzer adamların zarar görmesine se­bep olunamaz” demiştir. Bunun içindir ki, yapılan o kadar gaddarane zulümler es­nasında birtek hadise mey­dana gelmemiş ve Bediüzzaman Said Nursî, tale­be­lerine daima sabır ve ta­hammül ve yalnız iman ve İslâmiyete çalışmayı tavsiye etmiştir. Ve bu gibi evham­ların, din­sizlik hesa­bına, mak­sad-ı mahsusla husule ge­tirildiğini herkes anlamıştır.» (Tarihçe-i Hayat sh: 216)

12- «Zamanın en büyük dâvâsının Kur’ân’a sarıl­mak oldu­ğunu, Risale-i Nur bütün kuvvetiyle bu me­se­leye hasr-ı nazar etti­ğinden, vatan ve millet düşman­ları, gizli dinsizler, bahanelerle hü­cuma geçip aleyhte tahrik­lerde bulunduklarını “Fakat biz müsbet hare­ket et­meye mec­buruz. Elimizde Nur var, siya­set to­puzu yok. Yüz elimiz de olsa, ancak Nura kâfi gelir” diyerek Nurun din düş­manlarını mağlûp edece­ğinden, müsbet hareket etmenin atom bombası gibi tesiri bu­lunduğundan, Risale-i Nur’un siyasetle hiçbir alâkası bulunmadığını mesleğimi­zin en bü­yük esa­sının ihlâs olduğunu, rıza-i İlâhîden başka hiç­bir mak­sat ittihaz edilemeyeceğini, Nurun kuvvetinin işte bu ol­duğunu ihlâsla, müspet hareket etmekle ina­yet ve rah­met-i İlâhiyenin Risale-i Nur’u himaye ede­ceğini, ilâ âhir, beyan ederdi.» (Tarihçe-i Hayat sh: 462)

13- «Acaba, bu vatan ve dinin gizli düşmanları­nın bu eşedd‑i zulm-ü nemrudanelerine karşı, manevî pek çok kuvveti bulunan bu fedakârın tahammülü ve maddî kuv­vetle ve menfî cihette mukabele et­memesinin hikmeti nedir?

İşte bunu size ve umum ehl-i vicdana ilân ediyo­rum ki, yüzde on zındık dinsizin yüzünden doksan mâsuma zarar gelmemek için, bütün kuvvetiyle da­hildeki em­niyet ve âsâyişi muhafaza etmek için, Nur dersle­riyle herkesin kalbine bir yasakçı bırakmak için Kur’ân-ı Hakîm ona o dersi vermiş. Yoksa bir günde, yirmi se­kiz senelik zâlim düşmanlarımdan in­tikamımı alabilirim. Onun içindir ki, âsâyişi mâsumla­rın hatırı için muhafaza yolunda hay­siye­tini, şerefini tahkir eden­lere karşı müdafaa etmiyor ve di­yor ki: “Ben, değil dün­yevî hayatı, lüzum olsa âhiret ha­yatımı da millet-i İslâmiye hesabına feda edeceğim.”» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 167)

14- «Saniyen: O vâiz ve âlim zâta benim tarafım­dan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını, başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de, o zâtı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevk etmeyiniz. Hattâ tecavüz edilse de beddu­ayla da mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşi­mizdir. Bize düş­manlık da etse, mes­leğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü, daha müthiş düşman ve yı­lanlar var.» (Kastamonu Lâhikası sh: 247)

Hakkın müsbet tarzda ve merdane müdafaası:

15- «Biz Nur talebeleri, o cebbar gaddarlardan hak­kımızı ko­layca alabilirdik. Fakat İslâmiyetin asır­lardır bay­raktarlığını ya­pan kahraman Türk milletinin mâsum çoluk çocuk ve ihtiyarla­rına karşı Risale-i Nur’un bizlerde husule getirdiği kuvvetli şefkat itiba­rıyla ve Kur’ân-ı Hakîmin bizleri maddî müca­deleden men edip elimizde topuz ye­rinde Nur olması haysiyetiyle ve bütün kuvvetimizle mes­leğimizin icabı olan âsâyişi temin etmek esa­sıyla, o zâlimlere maddeten mukabele ede­me­dik. Yoksa, Allah göstermesin, bir mecburiyet-i kat­’iye olursa, komünist ve masonlar hesabına ona sebe­biyet verenler bin defa piş­man olacaklardır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 27)

16- «Beni mânen cezalandıracak, vazife-i hakiki­yeye karşı büyük kusurlarım var. Eğer sormak müna­sipse, so­runuz, cevap vereyim.

Evet, büyük kusurlarımdan birtek suçum: Vatan ve millet ve din namına mükellef oldu­ğum büyük bir vazi­feyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakikat noktasında affo­lunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine, şimdi bu Afyon hap­sinde kanaatim geldi.» (Şualar sh: 392)

İbrahim Suresinin 5. âyetinin mezkûr meseleye bir işa­reti:

17- «Risale-i Nur’un şimdilik beyanına iz­nim ol­ma­yan ehemmiyetli vazifesinin ve bu evâmir-i Kur’âniyeyi imtisalinin tarihine tam tamına tevafuk-u cifrî ve muvafakat-ı mâneviye kari­ne­siyle ve kıssadan hisse almak münasebât-ı mefhu­miye remzi ile Risale-i Nur’a îmaen bakar.» (Şualar sh: 726)

18- «Elimizde hak var. Hakkımızı kuvvetle ve başka su­retle aramaya Cenab-ı Hak mecbur et­mesin. Âmin.»(E.l sh: 27)

19- «İhvanlarıma da tavsiyem budur ki:

Zaruriyet-i kat’iye olmadan bunlarla uğ­raşmayı­nız. Cevâbü’l-ahmaki’s-sükût nev’inden, te­nez­zül edip on­larla konuş­mayınız. Fakat buna dikkat edi­niz ki, canavar bir hayvana karşı kendini zayıf gös­ter­mek, onu hücuma teşcî ettiği gibi, canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle zaaf göstermek, onları tecavüze sevk eder. Öyleyse dostlar mü­teyakkız davranmalı, tâ dost­ların lâkaytlıklarından ve gafletle­rinden, zındıka taraf­tarları istifade etmesinler.» (Mektubat sh: 361)

20- «Bazı zındıkların şeytanetiyle Risale-i Nur’a karşı çevri­len plânlar ve hücumlar inşaallah bozulacak­lar. Onun şakirdleri başkalara kıyas edilmez, dağıttı­rıl­maz, vazgeçi­rilmez, Cenâb-ı Hakkın inayetiyle mağ­lûp edilmezler. Eğer maddî müdafaadan Kur’ân men et­me­seydi, bu mil­letin can damarı hükmünde umu­mun te­veccühünü kaza­nan ve her tarafta bulunan o şakirdler, Şeyh Said ve Menemen hâdiseleri gibi cüz’î ve neticesiz hadiselerle bu­laşmazlar. Allah etmesin, eğer mecbu­ri­yet derecesinde on­lara zulmedilse ve Risale-i Nur’a hücum edilse, elbette hükümeti iğfal eden zındıklar ve münâfıklar bin derece piş­man olacaklar.» (Şualar sh: 362)

Risale-i Nur, müsbet hareketle asayişi muhafaza eder:

21- «Risale-i Nur’un esas mesleği olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdan, bizleri şiddetle siyasetten ve ida­reye ilişmekten men et­miş. Çünkü tokada ve belâya müs­tehak ve küfr-ü mutlaka düşmüş bir iki dinsize müteal­lik, yedi sekiz çoluk çocuk, hasta, ihtiyar, mâ­sumlar bu­lunur. Musibet ve belâ gelse, o bîçareler dahi yanarlar. Bunun için, neticenin de husûlü meşkûk ol­duğu halde, siyaset yo­luyla idare ve âsâyişin za­rarına ha­yat‑ı içtimaiyeye ka­rışmaktan şiddetle men edilmişiz.» (Şualar sh: 349)

22- «Benim ve Risale-i Nur’un mesleğinin esası ve otuz seneden beri bir düstur-u hayatım olan şefkat iti­ba­rıyla, bir mâsuma zarar gel­memek için, bana zulme­den cânilere, değil ilişmek, belki beddua ile de mukabele edemiyo­rum. Hattâ en şiddetli bir garazla bana zulmeden bazı fâ­sık, belki dinsiz zâlimlere hiddet ettiğim halde, değil maddî, belki beddua ile de mukabeleden beni o şefkat men ediyor. Çünkü o zâlim gaddarın, ya peder ve vali­desi gibi ihtiyar bîçarelere veya evlâdı gibi mâsumlara maddî zarar gelmemek için, o dört beş mâsumların ha­tı­rına bi­naen o zâlim gaddara ilişmiyorum. Bazan da hakkımı he­lâl ediyorum.» (Şualar sh: 372)

23- «Herbir hükûmette muhalifler var. Âsâyişe iliş­memek şartıyla, kanunen onlara ilişilmez. Ben ve benim gibi dünya­dan küsmüş ve yalnız kabrine çalışanlar, elbette bin üç yüz elli se­nede, ecdadımızın mesleğinde ve Kur’ân’ımızın daire-i terbiye­sinde ve her zamanda üç yüz elli milyon mü’minlerin takdis et­tiği düsturlarının müsa­ade ettiği tarzda hayat-ı bâkiye­sine çalışmayı terk edip, gizli düşmanlarımızın icbarıyla ve desiseleriyle, fâni ve kı­sacık hayat-ı dünyeviyesi için, sefihâne bir medeniyetin ahlâksız­casına, belki bir nevi bolşevizmde olduğu gibi vahşiyâne kanun­lara, düs­turlara tarafdar olup onları meslek kabul et­mekliğimiz hiç mümkün müdür? Ve dünyada hiç­bir kanun ve zerre miktar insafı bulunan hiç­bir in­san bunları onlara kabul ettirmeye cebretmez. Yalnız o mu­haliflere deriz: Bize ilişme­yiniz, biz de iliş­memişiz.

İşte bu hakikate binaendir ki Ayasofya’yı puthane ve Meşîhatı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz. Ve şahsımız itibarıyla amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene işkenceli esare­timde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde siyasete karışma­dık, idareye ilişmedik, âsâ­yişi bozmadık. Yüz bin­ler Nur arka­daşım varken, âsâ­yişe dokunacak hiç bir vukuatımız kay­dedilmedi.» (Şualar sh: 394)

24- «“Risale-i Nur’daki şefkat, vicdan, hakikat, hak, bizi siya­setten men etmiş. Çünkü mâsumlar belâya düşer­ler onlara zul­metmiş oluruz.” Bazı zâtlar bunun izahını istediler. Ben de dedim:

Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş­’et eden hod­gâmlık ve asabiyet-i unsuriye ve umumî harpten gelen istibdadat-ı askeriye ve dalâletten çıkan merhamet­sizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibda­dat meydan almış ki, ehl-i hak, hakkını kuvvet-i mad­diye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahane­siyle çok bîçareleri yakacak o hâlette o da ezlem olacak ve mağlûp kalacak. Çünkü, mezkûr hissiyatla ha­reket ve taarruz eden insanlar, bir iki adamın hata­sıyla yirmi otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vu­ranı vursa, otuz zayiata mukabil yalnız biri kazanır, mağlûp vaziye­tinde kalır. Eğer mukabele-i bilmisil ka­ide-i zâlimânesiyle, o ehl-i hak dahi bir ikinin ha­tasıyla yirmi otuz biçareleri ezseler, o vakit, hak namına dehşetli bir haksızlık eder­ler.

İşte, Kur’ân’ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle si­yasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın ha­kikî hikmeti ve sebebi bu­dur. Yoksa bizde öyle bir hak kuv­veti var ki, hakkımızı tam ve mükem­mel müdafaa ede­bilirdik.» (Şualar sh: 292)

25- «Kur’ân-ı Hakîmden aldığı hakikat dersi ve ta­le­belerine verdiği ders şudur:

Bir hanede veya bir gemide birtek mâsum, on câni bulunsa, adalet-i Kur’âniye o mâsumun hakkına zarar vermemek için, o haneyi yakmasını ve o gemiyi batır­ma­sını men ettiği halde, dokuz mâsumu birtek câni yü­zün­den mahvetmek suretinde o haneyi yakmak ve o ge­miyi batırmak, en azîm bir zulüm, bir hıyanet, bir gadir oldu­ğundan, dahilî âsâyişi ihlâl suretinde, yüzde on cani yü­zünden doksan masumu teh­like ve zararlara sokmak, adalet-i İlâhiye ve hakikat-i Kur’âniye ile şid­detle men edildiği için, biz bü­tün kuvvetimizle, o ders-i Kur’ânî itibarıyla, âsâyişi muhafazaya kendimizi dinen mecbur biliyoruz.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 158)

Mezkûr kısmî tesbitte açıkça görülüyor ki, hak ve ha­kikatı medenî cesa­retle ve tavizsiz tebliğ ve müdafaa et­mekle beraber fiilî mübareze ve menfî ha­reketler terk edilip müsbet hareketin tercih edilmesi Risale-i Nur mes­leğinde bir esastır.

Kontrol et

KİME OY VERECEĞİZ?

Bediüzzaman Hazretleri Kime Demokrat Der? Soruluyor: -Bu seçimlerde oyumuzu kime vereceğiz? Cevap: Ehvenüşşer kaidesi devam ettiği …