BU REJİMLE İSLAM ALEMİNE ÖRNEK OLUNAMAZ!
Eğer İslam alemine devlet olarak girseydik; “Bu rejimi Âlem-i İslâm’a, mevâki’-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti.” -Bediüzzaman-
Bediüzzaman Hazretleri, devleti, hükümeti idare edenlere de yol haritası çizmiştir. Fakat bu güne kadar bu ikaz ve tavsiyeler kısmen nazara alınmıştır. Üstad Hazretleri dünyanın değişim yaşadığı İkinci Dünya Harbi sonrası siyasilere ne yapmaları gerektiğini net anlatmıştır. Şöyle ki:
“Bu asrın Kur’ana şiddet-i ihtiyacını hissetmekte İsveç, Norveç, Finlandiya’dan geri kalmamak size elzemdir. Belki onlara ve onlar gibilere rehber olmak vazifenizdir.
Siz, şimdiye kadar gelen inkılab kusurlarını üç-dört adamlara verip, şimdiye kadar umumî harb ve sair inkılabların icbarıyla yapılan tahribatları -hususan an’ane-i diniye hakkında- tamire çalışsanız; hem size istikbalde çok büyük bir şeref ve âhirette büyük kusuratlarınıza keffaret olup, hem vatan ve millet hakkında menfaatli hizmet ederek milliyetperver, hamiyetperver namına müstehak olursunuz.” (Emirdağ Lahikası-1 sh: 219 )
Said Nursi Hazretleri, hürriyet taraftarı Amerika ve Avrupa’nın geldiği duruma, hususan İskandinav ülkeleri denilen kesime dikkat çekmiştir. Bizim buradaki siyasetçilere de örnek olarak oraları vermiştir.
Hülasa demiştir ki, şimdiye kadar yapılan hataları, birinci, ikinci, üçüncü reisler olan (M.Kemal,İ.İnönü,C.Bayar’a ve onlara kayıtsız şartsız destek olan mareşal Fevzi Paşa’ya verin. Ve onların hatalarından meydana gelen maddi manevi tahribatı tamir edin.
Hususan dini hayatın yaşanmasına mani olan engellerin kaldırın. Ve dini hayatın öğrenilmesi ve yaşanmasına çalışın diye tavsiye ve ikazlarda bulunmuştur. Ancak ondan sonra millet nezdinde şeref kazanır ve hayırla yadedilirsiniz demiştir.
Bu günkü Kürt meselesinin çözümü de burada saklıdır. Yani devletin ve hükümetin kemalist ilkeleri bütünüyle anayasada ve kanunlarda koruyarak bu sorunu çözmeye çalışması çok neticesiz bir iştir. Yok “bu mesele 27 mayıstan sonra oldu”, yok “12 Eylül anayasasından sonra oldu” demek, kolaycılıktır. Dertlerle yüzleşmekten kaçmaktır.
Bu mesele ta 25’li yıllardaki 30’lu yıllardaki 40’lı yıllardaki hataların neticesidir. Oralara gidip o zamanlardaki “üç dört adamın” devlet eliyle yaptığı hatalarla yüzleşmeden ve o hataları tamir etmeden yapılan işler pansuman tedavisidir.
Özellikle dini hayatın canlanmasına çalışmak Kürtlerin baş tedavisidir. Hükümet bunları yapmalıdır. Zararlı unsurları oralardan temizleme işini askere polise bırakmadan yapmak, en evvel müslüman Kürt halkının işidir. İsterseniz bir deneyin…!
Ayrıca yıllarca birikmiş dev meselelerin halledilmesi için devlet kemalist yapılanmadan temizlenmelidir. Asayiş için de bu lazımdır, ekonomi için de bu lazımdır. Hatta İslam aleminde sözümüzün dinlenilmesi ve bizden emin olmaları için devlet bünyesinde yerleşik bulunan kemalizm ilke ve inkilaplarından temizlenilmelidir. Yoksa istibdad- mutlakı bize başka bir kapta içirirler.
Hem de kemalizm ilkeleri devlet bünyesinde durduğu sürece, kaderin her sahada başarımıza müsade etmeyeceğini Bediüzzaman Hazretleri şöyle açıklar:
İKİNCİ MES’ELE: Yirmi sene evvel tab’edilen Sünuhat Risalesi’nde, hakikatlı bir rü’yada âlem-i İslâm’ın mukadderatını meşveret eden ruhanî bir meclis tarafından, bu asrın hesabına Eski Said’den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir. O zaman, o manevî meclis demiş ki: “Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harbde, Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetinin hikmeti nedir?”
Cevaben Eski Said demiş ki: Eğer galib olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. -Nasılki yedi sene sonra edildi.- Ve medeniyet namıyla Âlem-i İslâm hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki’-i mübarekeye Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnayet-i İlahiye ile onların muhafazası için, kader mağlubiyetimize fetva verdi.
Aynen bu cevabdan yirmi sene sonra, yine gecede: “Bîtaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind’i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet
kazanmak varken; şübheli, dağdağalı, faidesiz bir düşmana (İngiliz) tarafdarlık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dâhî insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?” diye sual benden oldu.
Gelen cevab manevî canibden geldi. Bana denildi ki:
“Sen, yirmi sene evvel manevî suale verdiğin cevab, senin bu sualine aynı cevabdır.
Yani: Eğer galib taraf iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibane mümanaat görmeyecek bir tarzda bu rejimi Âlem-i İslâm’a, mevâki’-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti.
Üçyüzelli milyon İslâm’ın selâmeti için bu zahir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler.” Kastamonu Lahikası ( 20 )