Risale-i Nur Külliyatında
LEYLE-İ KADİR’DE KALBE GELEN PEK UZUN VE GENİŞ BİR HAKİKAT
İkinci Dünya Harbi bitmiş, bütün dünya devletleri, hususan hür dünya denilen ve Üstad Hazretlerinin “sulh-u umumiye muhtaç Hristiyanlık dünyası” (Em:192) dediği Avrupa ve Amerika saadet arıyordu. Ne yaparız da insan merkezli, insanların huzur içinde yaşayacağı, kimsenin kimseye tahakküm edemeyeceği bir dünya kurarız diye araştırıyorlardı.
Bu arayışlara İslamdan başka reçete sunan bir sistem yoktu. Fakat Avrupa devletleri İslam Devletlerini yıkmış ve dağıtmışlardı. Müslümanların başlarına Deccalleri ve İslam merkezinin başına da İslam Deccalini musallat etmişlerdi. Fakat bulaştıkları İkinci Dünya Harbi’nde birbirlerinden yüz milyon civarında insan öldürmüşlerdi. Dehşetli tahribata sebebiyet vermişlerdi. İslam Alemi’ne ve müslümanlara ettiklerinin kat kat bedelini ödemişlerdi. İşte bu bedellerden sonra ciddi tedbirler araştırmaya, hak ve hakikatı aramaya başlamışlar ki, bu arayış halen de devam etmektedir. Amerika ve Avrupa demokrasileri işte bu devreden sonra kısmen insanlığa faydalı olmaya çalışmaktadırlar.
Bu hak ve hakikatı arama ve araştırma, İslamı tam buluncaya kadar devam edecektir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, hem de Kadir gecesinde ilham edilen bu hakikatı şöyle ifade eder:
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Leyle-i Kadir’de kalbe gelen pek uzun ve geniş bir hakikata pek kısaca bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
Nev’-i beşer bu son harb-i umumînin eşedd-i zulüm ve istibdadı ile
ve merhametsiz tahribatı ile
ve bir düşmanın yüzünden yüzer masumu perişan etmesiyle
ve mağlubların dehşetli me’yusiyetleriyle
ve galiblerin dehşetli telaş
ve hâkimiyetlerini muhafaza
ve büyük tahribatlarını tamir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablarıyla
ve dünya hayatının bütün bütün fâni ve muvakkat olması
ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olması umuma görünmesiyle
ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidadatın, mahiyet-i insaniyesinin umumî bir surette dehşetli yaralanmasıyla
ve ebedperest hissiyat-ı bâkiye ve fıtrî aşk-ı insaniyenin heyecan içinde uyanmasıyla,
ve gaflet ve dalaletin, en sert, sağır olan tabiatın, Kur’anın elmas kılıncı altında parçalanmasıyla
ve gaflet ve dalaletin en boğucu, aldatıcı en geniş perdesi olan siyasetin rûy-i zeminde pek çirkin, pek gaddarane hakikî sureti görünmesiyle elbette hiçbir şübhe yok ki:
Şimalde, garbda, Amerika’da emareleri göründüğüne binaen nev’-i beşerin maşuk-u mecazîsi olan hayat-ı dünyeviyesi böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtraten beşerin hakikî sevdiği ve aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak.
Ve elbette hiç şübhe yok ki: Bin üçyüzaltmış senede, her asırda üçyüzelli milyon şakirdi bulunan ve her hükmüne ve davasına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile bulunup lisanlarıyla beşere ders veren ve hiç bir kitabda emsali bulunmayan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde verip bütün beşerin yaralarını tedavi eden Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarihan ve işareten onbinler defa dava edip haber verip sarsılmaz kat’î delillerle, şübhe getirmez hadsiz hüccetlerle hayat-ı bâkiyeyi kat’iyyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev’-i beşer, bütün bütün aklını kaybetmezse ve maddî ve manevî bir kıyamet başlarında kopmazsa;
İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’anın kabulüne çalışan meşhur hatibleri ve din-i hakkı arayan Amerika’nın çok ehemmiyetli dinî cem’iyeti gibi rûy-i zeminin kıt’aları ve hükûmetleri Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünki bu hakikat noktasında kat’iyyen Kur’anın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.
Sâniyen: Madem Risale-i Nur o mu’cize-i kübranın elinde bir elmas kılınç hükmünde hizmetini göstermiş ve en muannid düşmanları teslime mecbur etmiş. Hem kalbi, hem ruhu, hattâ hissiyatı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda hazine-i Kur’aniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka me’haz ve mercii olmayan bir mu’cize-i maneviyesi bulunan Risale-i Nur o vazifeyi yapıyor ve aleyhinde dehşetli propagandalara ve gayet muannid zındıklara tam galebe çalmış ve dalaletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde Asâ-yı Musa’daki Meyve’nin Altıncı Mes’elesi ve Birinci ve İkinci, Üçüncü ve Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp nur-u tevhidi göstermiş;
elbette bizlere lâzım ve millete elzem, şimdi resmen izin verilen din tedrisatı için hususî dershaneler açılma ve izin verilmesine binaen, Nur şakirdleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir mes’elesini tam anlamaz.
Hem iman hakikatlarının izahı olduğu için; hem ilim, (Haşiye: Şayet biri biliyor, taallüm etmeğe muhtaç değilse ibadete muhtaç veya marifete müştak veya huzur ister. Onun için herkese lüzumlu bir derstir) hem marifet, hem ibadettir.
Eski medreselerde beş-on seneye mukabil, inşâallah Nur medreseleri beş-on haftada aynı neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor. Ve hem hükûmet ve millet ve vatan, hem hayat-ı dünyeviyesine ve siyasiyesine ve uhreviyesine pek çok faidesi bulunan bu Kur’an lemaatlarına ve dellâlı bulunan Risale-i Nur’a değil ilişmek, tamamıyla terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki; geçen dehşetli günahlara keffaret ve gelecek müdhiş belalara ve anarşistliğe bir sed olabilsin.
Sâlisen: Bu Ramazan-ı Şerif’te, Kur’anı zevk ve şevk ile okumak çok ihtiyacım vardı. Halbuki elemli hastalık, maddî ve manevî sıkıntılar, yorgunlukla ve meşgalelerin tesiriyle telaş ettim. Birden Hüsrev’in şirin kalemiyle yazılan mu’cizatlı cüzler ve Hâfız Ali ve Tahirî’ye pek çok sevab kazandıran parlak ve kerametli Hizb-ül Ekber-i Kur’aniye’yi birbiri arkasından okumağa başlarken öyle bir zevk ve şevk verdi ki, bütün o yorgunlukları hiçe indirdi, hiçbir vesveseye meydan vermeyerek pek parlak bir surette ders-i Kur’aniyeyi onlardan dinlerken bütün ruh u canımla arzu ettim ve kasd u azmettim ki, mümkün olduğu derecede aynı Hizb-ül Ekber-i Kur’aniye gibi fotoğrafla mu’cizatlı Kur’anımızı tab’edeceğiz, inşâallah.
Said Nursî” Emirdağ Lahikası-1 (247)
Bediüzzaman Hazretlerinin 1947-48 lerde kaleme aldığı bu ders, adeta gelecek sosyal ve siyasal devrelerin haritası gibidir. 1948 lerde başlayan İslam devletlerinin bağımsızlık hareketleri, 1950 de başlıyan Türkiyedeki katı kemalist halkçı iktidarın yıkılması, tam arzu edilen devreler olmasa da, tam hakiki saadetlerin geleceğinin müjdecisidir. O zamandan bu zamana kadar bakıldığında bu müjdelerin kısmen tahakkuk ettiğine ve daha da edeceğine işaretler kuvvetlidir. Avrupa ve Amerika başta olarak ileri dünya devletleri İkinci Dünya Harbinden sonra bu manada sistemlerini ve kanunlarını düzenlemişlerdir. Şimdi kalkınmakta olan ülkeler de onların sistemlerini daha doğrusu Kur’anın beşere getirdiği sistemi örnek almakta ve onlar gibi olmaya çalışmaktadırlar. Tabi ki, bu benzeyiş ahlakta, hayat yaşantısında değildir. Kanunlarda ve hak ve hürriyetlerdedir.
Üstad Hazretleri 1947-48 de verdiği bu hakikatın 1950’den sonra tahakkuk etmeye başladığını bildirir ve 1950’den sonra yazdığı bir mektubunda der ki:
“Leyle-i Kadir mes’elesi;şimdi hem Amerika, hem Avrupa’da eseri görülüyor. Onun için şimdiki bu hükûmetimizin hakikî kuvveti, hakaik-i Kur’aniyeye dayanmak ve hizmet etmektir. Bununla ihtiyat kuvveti olan üçyüz elli milyon uhuvvet-i İslâmiye ile ittihad-ı İslâm dairesinde kardeşleri kazanır. Eskiden Hristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma tarafdar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için; hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’ana ve ittihad-ı İslâma tarafdar olmağa mecburdurlar.” Emirdağ Lahikası-2 ( 54 )
Günümüzde bu hakikatı, geçmişe bakarak daha da bariz müşahede ediyoruz. Ne Avrupa, ne de Amerika buralarda eskisi gibi etkili olamamıştır. Bu coğrafyada, Üstadın dediği gibi buradaki dindar demokrat hükümetler tesirlidir. Hatta İslam Birliğini kurmamızı Amerika ve Avrupa devletleri kendileri isteyeceklerdir. Çünkü dinsizlik ve anarşi-terör buna mecbur etmiştir. Hatta Hz. Üstad İslam devletlerinin teşekkülünün; “Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeğe..” diyerek örnek olarakak gösterir. Bugün ve bundan sonra buralardaki hadiseler bu istikamette gelişecektir. İnşaallah…..