Geniş Daire Hizmetleri

NUR TALEBELERİ VE GENİŞ DAİRE HİZMETLERİ

Risale-i Nurda geniş ve dar daireden bahsedildiği gibi, bu meselenin hizmet hayatı seyrinde de böyle olduğu teamülen bilinir. Haslar, sahibler, erkânlar gibi tabirler de aynı manayı ifade eder.

Gerçi böyle Risale-i Nur ve Bediüzzaman Hazretleri adına umumi içtimalar tamamen faidesiz değildirler. Fakat bu gibi faaliyetleri, Nurların “haslar, sahibler ve erkanlar” taifesi yapmamalıdır. Bu tarz hizmetleri, Nurların ve Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin dostlarının yapması daha makbuldür. Hem daha faidelidir.

Merhum Zübeyir Ağabey, lügattaki ihtisas kelimesine, Nur mesleğinde sabit kalmayı telkin etmek maksadiyle şu manayı verdi:

İhtisasاختصاص : (Husus. dan) Kendine mahsus kılmak. Bir kimsenin dünyevi veya uhrevi, Kur’âni, İslâmi, imâni bir mesleğe, fen veya san’ata hasr-ı mesâi etmesi; yalnız onunla meşgul olması. (Bu metod insanı muvaffakiyete eriştiren en birinci ve en büyük bir âmildir. Bir kimse yaktığı bir meş’aleyi parlatabilmesi ve bâkileştirebilmesi için o meş’alenin, o nurun pervanesi olması gerekir.)[1] -Zübeyir Gündüzalp-

Bu mesele hakkında daha çok şeyler söylenebilir ise de ârife işaret kâfidir denilir.

Şimdi geniş daire hakkında birkaç parçaya bakılacak. Şöyle ki:

[1] Bu kısım Haslar dairesinde sabit kalmayı, geniş dairelere girmemeyi ders verir.
“Aziz Sıddık Kardeşlerim,

(Hem mânevî,[2] hem maddî bir kaç cihette sorulan bir suale mecburiyet tahtında bir cevaptır.)

Sual : Neden, ne dahilde, ne hariçte[3] bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlere hiçbir alâka peyda etmiyorsun? Ve Risale-i Nur ve şâkirdlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan men’ediyorsun?…

Halbuki, eğer temas etsen ve alâkadar olsan, birden binler adam[4] Risale-i Nur dairesine girip, parlak hakikatlarını neşredeceklerdi; hem bu kadar sebepsiz sıkıntılara hedef olmayacaktın.[5]

Elcevap : Bu alâkasızlık ve içtinabın en ehemmiyetli sebebi, mesleğimizin esası olan "İhlâs" bizi men’ediyor. Çünki: Bu gaflet zamanında, hususan tarafgirane mefkûreler sahibi, herşey’i kendi mesleğine âlet ederek, hattâ dinini ve uhrevî harekâtını da, o dünyevî mesleğe bir nevi âlet hükmüne getiriyor. Halbuki, hakaik-ı îmaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir şey’e âlet olamaz. Rıza-yı İlâhî’den başka bir gayesi olamaz.

Halbuki şimdiki cereyanların tarafgirane çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlâsı muhafaza etmek, dinini dünyaya âlet etmemek müşkilleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfik-ı İlâhiye’ye dayanmaktır.” T:476

“Bu sırada dâhilde o kadar dâhilî, haricî heyecanlı parti cereyanları varken ve bundan tam istifade etmek, yani mahdud birkaç arkadaşına bedel çok diplomatları kendisine taraftar kazanmak için zemin hazır iken…[6] Ş:374

“Hem maddî hem manevî, hem nefsim hem benimle temas edenler gayet ehemmiyetli benden sual ediyorlar ki: "Neden herkese muhalif olarak -hiç kimsenin yapmadığı gibi- sana yardım edecek çok ehemmiyetli kuvvetlere bakmıyorsun? İstiğna gösteriyorsun? Ve herkes müştak ve talib olduğu ve Risale-i Nur’un intişarına, fütuhatına çok hizmet edeceğine o Risale-i Nur şakirdlerinin hasları müttefik oldukları ve senden kabul ettikleri büyük makamları kabul etmiyorsun? Şiddetle çekiniyorsun?

Elcevab: Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikata muhtaçtırlar ki; kâinatta hiçbir şeye âlet ve tâbi’ ve basamak olamaz ve hiç bir garaz ve maksad onu kirletemez ve hiçbir şübhe ve felsefe onu mağlub edemez bir tarzda iman hakikatlarını ders versin. Umum ehl-i imanın bin seneden beri teraküm etmiş dalaletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin.

İşte bu nokta içindir ki, dâhilî ve haricî yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onları arayıp tâbi’ olmuyor.. tâ avam-ı ehl-i imanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın ve doğrudan doğruya hayat-ı bâkiyeden başka hiçbir şeye âlet olmadığından, fevkalâde kuvveti ve hakikatı, hücum eden şübheleri ve tereddüdleri izale eylesin.” T:487

Hz. Üstadın Zübeyir Ağabeye yazdırdığı bir mektubundan bir kısımdır.

“Bu dünyada muvaffakiyet ve parlak saadet maksud-u bizzat değil; belki rıza-yı İlahi, saadet-i ebediye gibi ulvî emirlerdir . Esma-i hüsnanın mütenevvi tecelliyatına mazhariyet kesbetmektir. Mahiyat-i insaniyede münderiç acz, fakr, zaaf gibi madenleri tazyiklerle işlettirip dergâh-i ulûhiyete iltica ettirmektir. Eğer bunlar olmasaydı, yalnız kürsülere çıkıp konferanslar ve va’zlar vermek, fikrî münakaşalar yapmak gibi meşru hususlar dahi olsaydı sönük kalırdı, tam kemal olmazdı, hakiki ubudiyet yapılmıyacaktı. Yalnız bir cihette ayinedarlık olurdu, mesele ruhun derinliğine nüfuz edemiyecekti. İşte bu ve bunun gibi daha pek çok sebebler var ki, Risale-i Nur Şakirdleri cüz’î, küllî, dünyevî müzayakalara, kederlere düçar oluyorlar. Tâ ihlaslarını muhafaza edebilsinler, hâdisatın şa’şaa-yi sûriyesine kapılıp aldanmasınlar.

Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Acet”

“Aziz, sıddık kardeşlerim ve manevî Medreset-üz Zehra’nın Nur şakirdleri!

Ben Isparta’ya geldiğim vakit, Isparta’da İmam-Hatib ve Vaiz Mektebinin açılacağını haber aldım. O mektebe kaydolacak talebelerin ekserisi Nurcu olmaları münasebetiyle o mektebin civarında gayr-ı resmî bir surette bir Nur Medresesi açılıp, o mektebi bir nevi Medrese-i Nuriye yapmak fikriyle bir hatıra kalbime geldi.

Bir-iki gün sonra güya bir ders vereceğim diye etrafta şâyi’ olmasıyla o dersimi dinlemek için rical ve nisa kafilelerinin etraftan gelmeleriyle anlaşıldı ki, böyle nim-resmî ve umumî bir Medrese-i Nuriye açılsa o derece kalabalık ve tehacüm olacak ki, kabil olmayacak. Afyon’da mahkemeye gittiğimiz vakitki gibi pek çok lüzumsuz içtimalar olmak ihtimali bulunduğundan o hatıra terkedildi. Kalbe bu ikinci hakikat ihtar edildi. Hakikat da şudur:

Her bir adam eğer hanesinde dört-beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük Medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zât birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir Medrese-i Nuriye ittihaz etsin.

Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş-on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir mikdar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevablarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlas Risalesi’nde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların maişetlerini temin hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir diye kalbe ihtar edildi. Ben de kardeşlerime beyan ediyorum.

Hasta Kardeşiniz

Said Nursî Em:103 ”[7]




[1] Bu kısım Haslar dairesinde sabit kalmayı, geniş dairelere girmemeyi ders verir.

[2] Parağrafta geçen manevi sual: Hissî temayüller gibi manalara işarettir.

[3] Yani, Türkiyenin dışında

[4] Yani, harici cereyanlara temas ve alakadarlık göstermek, binler adamları Risale-i Nur dairesine çekeceği halde, ihlasa zarar vereceğinden Risale-i Nur ve Talebelerine Üstad Hazretleri o kapıyı açmıyor.

[5] Yani hapisler, tazyikler, zehirlenmeler gibi musibetlere maruz kalmayacaktın

[6] Yani, tesir dairesi geniş olan bir çok diplomatları kazanmak neticesi dahi, Risale-i Nurun vehbî yani ilhamı ilahiden gelen mesleğinin korunması esas alınmıştır.

[7] Burada çok yakın tanıdıklarından üç-beş kişinin şart koşulması, kalabalıklarda sinsi ve gizli cereyan mensuplarının hulul etmelerine imkan vermemek gibi hikmetler düşünülmelidir.

Kontrol et

HAKİKİ ŞAKİRD / TALEBE VASIFLARI

Risaletü’n-Nur’un hakikî ve sadık şakirdleri mabeynindeki düstur-u esasî olan iştirak-i a’mal-i uhreviye kanunuyla ve samimî …