Risale-i Nur Hizmet Mesleğinde
22- GAYE SAHİBİ OLMAK BİR ESASTIR
Rıza-yı İlahîyi esas maksad yapıp gaye-i hayal sahibi olmakla dava adamı vasfını kazanmak ve dünyayı ahirete vesile yapmak. İnsanın değeri bu gayeye bağlılığı derecesine göre olur. Fâni dünya hayatını gaye yapan insan, hakikatte değer kazanamaz.
A- Marifetullahı Kazanmak Gayesi:
1- بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
(*) وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ
Bu âyet-i uzmânın sırrıyla, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve Ona iman edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, mârifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz’an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.» (Şualar sh: 100)
2- «Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan “irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye” herbirinin bir gayetü’l-gayâtı var:
İradenin ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, muhabbetullahtır. Lâtifenin, müşahedetullahtır. Takvâ denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü’l-gayâta sevk eder.» (Hutbe-i Şamiye sh: 136)
3- «Hakikat ilmini, hakikî hikmeti istersen, Cenâb-ı Hakkın marifetini kazan. Çünkü, bütün hakaik-ı mevcudat, ism-i Hakkın şuââtı ve esmâsının tezâhürâtı ve sıfâtının tecelliyâtıdırlar. Maddî ve mânevî, cevherî-arazî, herbir şeyin, herbir insanın hakikati, birer ismin nuruna dayanır ve hakikatine istinad ederler. Yoksa, hakikatsiz, ehemmiyetsiz bir surettir.» (Sözler sh: 473)
4- «Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.» (Mektubat sh: 222)
B-Ahireti Kazanmak Gayesi:
5- «Hayatın başına gelen ecel ise, şuhud derecesinde kat’î iman etmişim ki, tagayyür etmiyor, mukadderdir. Madem böyledir hak yolunda şehadetle ölsem, çekinmek değil, iştiyakla bekliyorum. Bahusus ben ihtiyar oldum bir seneden fazla yaşamayı zor düşünüyorum. Zâhirî bir sene ömrü, şehadet vasıtasıyla kazanılan hadsiz bir ömr-ü bâkiye tebdil etmek, benim gibilerin en âli bir maksadı, bir gayesi olur.» (Mektubat sh: 424)
6- «Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksat yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan, o vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakkın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.» (Sözler sh: 24)
7- «Eğer insan enâniyetine istinad edip, hayat‑ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek, derd-i maişet içinde, muvakkat bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir daire içinde boğulur, gider. Ona verilen bütün cihazat ve âlât ve letâif, ondan şikâyet ederek haşirde onun aleyhinde şehadet edeceklerdir ve dâvâcı olacaklardır. Eğer kendini misafir bilse, misafir olduğu Zât-ı Kerîmin izni dairesinde sermaye-i ömrünü sarf etse, öyle geniş bir daire içinde uzun bir hayat-ı ebediye için güzel çalışır ve teneffüs edip istirahat eder, sonra âlâ-yı illiyyîne kadar gidebilir.» (Sözler sh: 323)
8- «Kur’ân hakikî bir şakirdine Cennet-i ebediyeyi dahi gaye-i maksat yaptırmadığı halde, bu zâil, fâni dünyayı ona gaye-i maksat hiç yapar mı?» (Lem’alar sh: 118)
9- «Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksat yapsa, zahiren bir cennet içinde olsa da, mânen cehennemdedir. Ve her kim hayat-ı bâkıyeye ciddî müteveccih ise, saadet-i dâreyne mazhardır. » (Sözler sh: 39)
10- «Dünyada muvakkat zevkler, kerametler tam nefsini mağlûp etmeyen insanlara bir maksat olup, uhrevî ameline bir sebep teşkil eder, ihlâsı kırılır. Çünkü amel-i uhrevî ile dünyevî maksatlar, zevkler aranılmaz aranılsa, sırr-ı ihlâsı bozar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 86)
C- Kemalât-ı Maneviye Kazanmak:
11- «Nübüvvet ise, gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlâhiye ile ve secâyâ-yı hasene ile tahallûk etmekle beraber, aczini bilip kudret-i İlâhiyeye iltica, zaafını görüp kuvvet-i İlâhiyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i İlâhiyeye itimad, ihtiyacını görüp gınâ-yı İlâhiyeden istimdad, kusurunu görüp aff-ı İlâhîye istiğfar, naksını görüp kemâl-i İlâhîye tesbihhân olmaktır diye, ubudiyetkârâne hükmetmişler.» (Sözler sh: 540)
12- Kur’an’ın «Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir.» (Sözler sh: 408)
13- «Maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakikî dindar ise, “Bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir” diye, siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikate âlet etmeye —eğer mümkünse— çalışabilir. Yoksa, bâki elmasları kırılacak âdi şişelere âlet yapar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 57)
14- «İbadetin ancak ihlâs ile ibadet olduğuna ve ibadetin mahzan vesile olmayıp maksud‑u bizzat olduğuna ve ibadetin sevap ve ikab için yapılmaması lüzumuna işarettir.» (İşarat-ül İ’caz sh: 99)
15- «Ey gafil, zannediyor musun ki, insandan bizzat istenen şey, yalnız dünyanın imareti; ve sanayiin ihtiraı; ve rızkı tahsil; ve saire gibi dünyaya ait şeylerdir. Halbuki, emr-i “kâf ve nûn” mabeyninde olan sahib-ül mülk, ins ve cinni kendisine ibadet etmek için yarattığına; ve insan ve hayvanın rızkını kendisi taahhüd ettiğine dair olan fermanına; hem de vücud ve kevn ve vaki’de olan herşey ve fıtrat-ı insaniye techizatının dahi tasdik ettiği olan şu âyetlerine bak:
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ
وَكَاَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لاَ تَحْمِلُ رِزْقَهَا اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ …
(Mesnevi-i Nuriye, Tercüme A. Badıllı sh: 360)
C- Muhabbet ve Rıza-yı İlâhîyi kazanmak gayesi:
16- «Hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvete bedel “hakkı” kabul eder. Gayede menfaate bedel “fazilet ve rıza-i İlâhîyi” kabul eder.» (Sözler sh: 133)
17- «Kur’ân’ın tilmizi ise, yalnız liveçhillah ve rıza-yı İlâhî için ve fazilet için o derece nefsinin menfaatinden tecerrüd eder ki, Cennet-i ebediyeyi dahi hakikî maksat ve gaye-i ibadet yapmaz. Nerede kaldı ki, bu dünya-yı zailenin fâni olan menafii onu, hakikî maksat ve gayesinden çevirsin.» (Nur’un İlk Kapısı sh: 93)
18- «Cennetin bütün letâif ve mehâsini ve lezâizi ve niamâtı bir cilve-i rahmeti olan bir Zâtın nazar-ı muhabbetini kendine celbe çalışmak ne kadar mühim ve âli bir maksat olduğu bilbedâhe anlaşılır. Madem, nass-ı kelâmıyla, Onun muhabbetine, yalnız ittibâ-ı Sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) ile mazhar olunur elbette ittibâ-ı Sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) en büyük bir maksad-ı insanî ve en mühim bir vazife-i beşeriye olduğu tahakkuk eder.» (Lem’alar sh: 59)
19- «Bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.» (Lem’alar sh: 160)
20- «Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder.» (Lem’alar sh: 131)
21- «Rıza-yı İlâhî kâfidir. Eğer o yâr ise, herşey yârdır. Eğer o yâr değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez. İnsanların takdiri, istihsanı, eğer böyle işte, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli iptal eder. Eğer müreccih ise, o ameldeki ihlâsı kırar. Eğer müşevvik ise saffetine izale eder. Eğer sırf alâmet-i makbuliyet olarak, istemeyerek, Cenab-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesîri namına kabul etmek güzeldir ki, وَاجْعَلْ لِى لِسَانَ صِدْقٍ فِى اْلاۤخِرِينَ buna işarettir. Said» (Barla Lâhikası sh: 78)
D- Gaye-i hayal sahibi olmak:
22- «Gaye-i hayal olmazsa enaniyet kuvvetleşir
Bir gaye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenâsi edilse elbette zihinler enelere dönerler, etrafında gezerler.
Ene kuvvetleşiyor, bazan sinirleniyor. Delinmez, tâ “nahnü” olsun. Enesini sevenler başkalarını sevmezler.» (Sözler sh: 708)
23- «Bu musibet zamanında ihlâsı kaçırdığınızdan ve rıza-yı İlâhîyi münhasıran gaye-i maksat yapmadığınızdan, ehl-i hakkın bu zillet ve mağlûbiyetine sebebiyet verdiniz.» (Lem’alar sh: 156)
24- «Müttefekun aleyh olan makasıd-ı âliyeye nazar etmektir. Çünkü, Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’ân’ımız bir… Zaruriyat-ı diniyede umumumuz müttefik… Zaruriyat-ı diniyeden başka olan teferruat veya tarz-ı telâkki veya tarik-i tefehhümdeki tefavüt, bu ittihad ve vahdeti sarsamaz, râcih de gelemez. El-hubbu fillah düstur tutulsa, aşk-ı hakikat harekâtımızda hâkim olsa —ki zaman dahi pek çok yardım ediyor— o ihtilâfat sahih bir mecrâya sevk edilebilir.
Esefâ, gaye-i hayalden tenâsi veya nisyan olmakla, ezhan ene’lere dönüp etrafında gezerler. İşte gaye-i hayal, maksad-ı âli bütün vuzuhuyla meydana atılmıştır.» (Sünuhat Tuluat İşarat sh: 83)
Bu vecizenin beyan ettiği hakikat, gayet ciddiye alınmalıdır. İnsan için kendisini ona bağladığı ebedî bir gayesi olmazsa, kendi hayatını kendisine gaye yapmaktan başka bir şık yoktur. Böylece insan faniyatta boğulur gider.
Müslümanda bulunması gereken meşru gaye-i hayal, hamiyet-i diniye olarak tezahür eder.
Bu hamiyete sahib olan şahsın, derecesi nisbetinde millet-i İslâmın küçük bir nümunesi olduğunu söyleyen Bediüzzaman Hazretlerinin birkaç veciz ifadeleri aynen şöyledir:
25- «Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.» (Hutbe-i Şamiye sh: 59)
26- «İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.» (İşarat-ül İ’caz sh: 75)
27- «Maksadın büyümesiyle himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiyenin galeyanı ile ahlâk da tekemmül ve teâlî eder.» (Divan-ı Harbî Örfî sh: 52)
28- «İnsanın kıymet ve mahiyeti, himmeti nispetindedir. Himmetin derecesi ise, maksat ve iştigal ettiği şeyin nispetindedir. Hem de insan teveccüh ve kastettiği şeyde, güya fena fi’l-maksat oluyor.» (Muhakemat sh: 127)
Bunun gibi ifadeler, ideal sahibi bir dava adamı olmanın üstün derecesini nazara verir. Evet kendi hayatını, şahsî rahat ve menfaatını ve enaniyetini kendine gaye yapan kişinin çok basit kalacağını bildiren Bediüzzaman Hazretleri şu hususa hasseten dikkat çeker:
29- «Herkes “Nefsî, nefsî” demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle, menfaat-i şahsiyesini düşünmekle, bin adam, bir adam hükmüne sukut eder.
مَنْ كَانَ هِمَّتُهُ نَفْسُهُ فَلَيْسَ مِنَ اْلاِنْسَانِ ِلاَنَّهُ مَدَنِىٌّ بِالطَّبْعِ
Yani, kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil.» (Hutbe-i Şamiye sh: 59)
E- Kur’ana ve imana hâlisen hizmet gayesini taşımak:
30- «Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksatları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’ân’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telâkkileridir.» (Barla Lâhikası sh: 21)
31- «Hakaik-i imaniye, herşeyden evvel bu zamanda en birinci maksat olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur’la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medâr-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lâzım.» (Kastamonu Lâhikası sh: 117)
32- «Bu ikinci nefs-i emmârede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemlerle nefret edip, veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin. Ve Risale-i Nur’un erkânları gibi, herşeyini, enaniyetini bıraksın.» (Kastamonu Lâhikası sh: 233)
33- «Küçük Ali, Risale-i Nur hizmetini dünyada herşeye tercihan hayatının en büyük maksadı yapması ve sebeb-i ihtilâfa karşı kuvvetli mukavemeti bulunduğunu bu dört mektubunuz bana bildirdi.
Aynı sistemde, meselede alâkadar kahraman Tâhirî ve kahraman Rüştü’nün dahi aynı hakikatte ve aynı ahlâkta bulunduklarını hiç şüphe etmiyoruz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 242)
34- «Bu zamanda Risale-i Nur’da, nokta-i istinad olarak avam-ı mü’minînin en ziyade muhtaç oldukları ve Nurda buldukları öyle bir hakikattir ki hiçbir şeye âlet olmayacak ve hiçbir garaz ve maksat, içine girmeyecek ve hiçbir şüphe ve vesveseye meydan vermeyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmeyecek ve yalnız hak ve hakikat için ona çalışanlar bulunacak, dünya maksatları ona karışmayacak, tâ ki, uzakta olan ehl-i iman, o hakikate ve sâdık nâşirlerine tam itimad edip imanlarını, zındıkların ve dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli feylesofların itirazlarından ve inkârlarından kurtarsınlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 214)
35- «Risale-i Nur hiçbir şeye âlet olamadığını ve rıza-yı İlâhiyeden başka hiçbir maksada vesile olamadığını ve doğrudan doğruya herşeyden evvel iman hakikatlerini ders vermek ve biçare zayıfların ve şüpheye düşenlerin imanlarını kurtarmak olduğunu, elbette sizin gibi nurun has şakirdleri biliyorlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 272)
36- «Uzun seneler ihtiyarım haricinde olarak hizmet-i imaniyemi maddî ve mânevî kemalât ve terakkiyatıma ve azaptan ve Cehennemden kurtulmama ve hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmaklığıma, yahut herhangi bir maksada âlet yapmaklığıma mânevî gayet kuvvetli mânialar beni men ediyordu. Bu derunî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde bırakıyordu. Herkesin hoşlandığı mânevî makamatı ve uhrevî saadetleri a’mâl-i saliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak hem meşru hakkı olduğu, hem de hiç kimseye hiçbir zararı bulunmadığı halde ben ruhen ve kalben men ediliyordum. Rıza-yı İlâhîden başka fıtrî vazife-i ilmiyenin sevkiyle, yalnız ve yalnız imana hizmet hususu bana gösterildi.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 79)
37- «Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki:
Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.» (Mektubat sh: 344)
Netice: Hizmet ehli, dava ve gaye sahibi olup, bu ana gayeleri için lüzumunda rahatını, hissiyatını ve menfaatlerini feda etmekle bu meziyetini fiilen isbat etmeğe çalışmalıdır. Mezkûr mânâda gaye-i hayal sahibi olmak, Risale-i Nurda bir esastır.