BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ AMERİKA’DA YAŞAMAYA NE DEDİ?
Sene 1947 tek parti şeflik dönemi. Dindarlara hususan Nur Talebelerine zulüm, baskı, tehdit bütün hızıyla devam etmektedir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri 75 yaş civarında Emirdağında tecrit altında, kırlara bile gitmesine izin verilmiyor. Bazen kırlara çıktığı zaman Eskişehir hava üssündan kalkan uçaklar tarassut altına alıyorlar alçak uçuşlarla tehdit ve taciz ediyorlar. Bazen de vücudunu ortadan kaldırmak için pusu kuruluyor, açık alanda mavzerlerle suikas düzenleniyor; biiznillah öldürmeye muvaffak olamıyorlar. Hatta bir sefer yine kıra çıkmak istediği bir gün vazifesi olmadığı halde şahsi garazıyla takip eden bir karakol yetkilisi başındaki sarığı fiili müdahele ile alıyor, yerdeki çamur birikintisine atıyor. Bediüzzaman Hazretleri azami sabır ile o garazkara mukabele etmiyor ve atılan sarığı çamurlu sudan alarak evine dönüyor.
İşte 28 sene emsalsiz zulüm altıda hizmet eden Said Nursi Hazretlerinin hayatından kısaca bir devresini anlattık. Kaldıki bu zulümler Demokratların devrinde dahi devam etmiştir. Hatta Demokratlar devrinde açılan mahkeme sayısı daha fazladır. Fakat Bediüzzaman Hazretleri Demokratlar devrindeki bu zulümleri onlara vermemiştir. Aralarını bozmak isteyen Halk Partili memurların eseridir diye talebelerini ikaz edici mektuplara yazmıştır.
Hülasa Üstad Hazretleri bu sıkıntılara sabretmiş, davasını bütün çilelere rağmen tebliğ etmiştir. Tam bu devrede eski dostu bir mebusun, burada çektiği zahmetlere mukabil Türkiye dışına gitse hürmet göreceği hatta tarihlere geçeceği tavsiyesine ne demiştir. İşte cevabı:
“Dördüncüsü: Senin mektubunda benim istirahatimi ve eğer iktidarım olsa, benim Şam ve Hicaz tarafına gitmeme dair sizin hükûmet-i hazıraya müracaat maddesi ise:
Evvelâ: Biz, imanı kurtarmak ve Kur’ana hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünki en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara mübtela olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmağa Kur’andan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.
Sâniyen: Bana karşı hürmet yerine hakaret görmek noktasını mektubunuzda beyan ediyorsunuz. "Mısır’da, Amerika’da olsaydınız, tarihlerde hürmetle yâdedilecektiniz." dersiniz.
Aziz, dikkatli kardeşim! Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn-ü zan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz itibariyle cidden kaçıyoruz. Hususan acib bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve cazibedar bir hodfüruşluk olan tarihlere şaşaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nur’un bir esası ve mesleği olan ihlasa zıddır ve münafîdir. Onu arzulamak değil, bilakis şahsımız itibariyle ondan ürküyoruz. Yalnız Kur’anın feyzinden gelen ve i’caz-ı manevîsinin lemaatı olan ve hakikatlarının tefsiri bulunan ve tılsımlarını açan Risale-i Nur’un revacını ve herkesin ona ihtiyacını hissetmesini ve pek yüksek kıymetini herkes takdir etmesini ve onun pek zahir manevî keramatını ve iman noktasında zındıkanın bütün dinsizliklerini mağlub ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek istiyoruz ve onu rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz.”
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
(Emirdağ Lahikası-l sh: 193)
Netice-i kelam: Herhalde fazla söze gerek yok. Burada Hem Bediüzzaman Hazretlerinin ikazı, hem de kerameti zahir olmuş oluyor. Günümüzde Amerikada yaşayan ve burada etkisi olduğuna inanılan insanları görüyoruz ve açıklamalarını okuyoruz. Elbette bunları görüp, bu düşünce sahiplerinin Bediüzzaman Hazretlerinin davasıyla ne kadar alakası var anlaşılır ümidindeyiz!